25 Nisan 2011

Eşim olma, karım ol!



Bakma daha ilkel durduğuna sen, ruhu vardır kelimelerin. “Karı-koca” “eş”ten daha çok şey anlatır. Hatta belki bize unutulmuş bir şeyi söyler.
Sahi, biliyor musun? Neden erkeğe “koca”, kadına da “onun karı” demiş eskiler?
Eşim değil, karım ol! Kedilerin eşi olur, terliklerin de…
İnsanın eşi olmaz. Bir ömür eşlik ediyor diye mi sevgiliye eş denir?
Eşlik etmek yeter mi? Fazlasını beklemez mi insan yârinden?
Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, evlenecek erkeğe eskilerin neden ”koca” dediklerini. Çünkü “koca” bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir.
Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir.
Dağların yücesine kar yağar diye kadına da “kocanın karı” demişler.
Bakma şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine. “Koca ve onun karı” olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam.
Kar gibi pak ve masum olmalı kadın.
Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın.
Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür…
Eşim olma, karım ol! Bana benzemeye çalışma sakın. Bana benden lazım değil bir tane daha. Ama unutma ki sensiz yarımım. Her zaman söylemem, ama sen anla.
Eşim olma, karım ol! Beni tamamla…

(¯`·.Yakamoz_ileti.·´¯)

20 Nisan 2011

Sağlıklı Kemik Gelişimi İçin Yeterli Kalsiyum




  • Kalsiyumun en önemli işlevi kemik ve dişlerin gelişimi ve sağlığın korunmasıdır. Tüm vücut kalsiyumunun (yaklaşık 1200 g) %99.9'u kemikte depolanmıştır.

    Kalsiyum gereksinimi hayatın her devresinde farklıdır.

    Hızlı büyümenin olduğu devrelerde;
    Gebelikte,
    Emziklilikte kalsiyum gereksinimi artar.
    Ancak her yaş döneminde yeterli miktarda kalsiyum alımına özen gösterilmelidir. Özellikle ergenlik döneminde yeterli kalsiyum alımı, kemik kitlesinin gelişimini, yetişkinlerde kemik kitlesinin korunmasını, postmenopozal dönemde kemik dokusu kaybının yavaşlatılmasını sağlar. Daha ileri yaşlarda ise kayıpları karşılamak ve kalsiyum homeostazisini sağlamak amacıyla iskelet kalsiyumunun kaybedilmesini önlemek gerekir.

    Kalsiyum kaynakları belirlenirken emilmeyi etkileyen etmenlerin de birlikte düşünülmesi gerekir. Kalsiyumun yüksek miktarda tek doz olarak alınması emilim oranını azaltabilir. Düşük dozlarda değişik zamanlarda alınması ise emilimin daha iyi olmasını sağlıyabilir. Bu nedenle kalsiyumu ilaç olarak almak yerine süt, yoğurt olarak her öğünde almak daha iyidir.

    Özellikle çocukluk ve gençlikte süt içimi sadece büyüme için değil, genetik sınırlar içinde kemik kitlesinin en yüksek düzeye çıkması, yaşlılıkta kemik kayıplarının en aza indirilerek kemik sağlığını koruması için de yararlıdır.

    Kalsiyum yetersizliği

    Çocuklar ve gençler üzerinde yapılan araştırma sonuçları kalsiyumun en iyi kaynağı olan süt ve türevlerinin çok az tüketildiğini göstermektedir.

    Kalsiyumun diğer kaynakları olan pekmez, susam, fındık, fıstık ve benzeri, yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller ve kurutulmuş meyvelerin tüketim düzeyi de genelde çok düşüktür. Araştırma kapsamına alınan bireylerin ortalama kalsiyum tüketim düzeyleri önerilen günlük tüketim düzeyleri karşılaştırıldığında, 1-3 yaş grubu çocuklarda kalsiyum gereksinimlerinin ortalama %50-65 oranında karşılanabildiği belirlenmiştir.

    Bu oran 4-9 yaş grubu çocuklarda ortalama %60’a ulaşmaktadır. Daha büyük yaş gruplarında kalsiyum yönünden bireylerin önerilenin ortalama %50’sini bile alamadıkları belirlenmiştir. Bu da kalsiyum yönünden yetersiz beslenildiğine işaret etmektedir.

    Yetersizlik durumu; diş çürükleri, raşitizm, osteomalasi ve osteoporoz hastalıkları için risk etmenidir. Yaş ile birlikte osteoporoz riski artar. Yetmiş yaşındaki tüm kadınların %30-40’ı osteoporozu gösteren en azından bir kırığa sahiptir. Bu yüzde, yaşamlarının ileriki döneminde kemik hastalığı gelişen erkeklerde bile artmaya devam etmektedir. Ayrıca; özellikle çocuklarda yetersiz kalsiyum alımı büyümeyi de etkileyebilir. Ağır yetersizlik durumunda yetişkinlikte erişebilecekleri maksimum boya ulaşamazlar.

    Bu nedenle çocuklarımızın hergün 3 porsiyon süt ve süt ürünü tükettiklerinden emin olalım.



    Dyt. Füsun Atayata

10 Nisan 2011

Kucağa Oturmamızın Hazin Hikayesi

4 Nisan 2011 Türk-Amerikan ilişkilerinde dönüm noktaları olmuştur. Bunlardan biri de bir ziyarettir. Nasıl mı? Bakın; 1 Nisan 1946 günü: Missouri Zırhlısı Cebelitarık boğazını geçerek Akdeniz’e girdi. Akdeniz’de savaş bitmişti. Amerikan Savaş Donanmasının ünlü gemisi Missouri, Japon denizlerindeki görevini bitirmiş, yeni bir göreve başlamıştı. Yeni görevi: ABD’de ölen Türkiye Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye taşımaktır. Bu olağanüstü bir görevdir. Büyükelçinin cenazesine gösterilmesi gereken saygının sınırlarını oldukça aşıyordu. Zırhlının Kaptanı Rascol H. Hillenkolt, ABD Başkanı Truman’ın özel temsilcisi Alexander Weddel, kaptan köşkünden Akdeniz’i seyrediyordu. Missouri, Akdeniz’de hiçbir limana uğramadan hızla Ege sularına girdi. Büyükelçi Münir Ertegün’ün cenazesi büyük bir işi başarmıştı. Kendisinin hayattayken böyle bir başarıya ulaşıp ulaşmak istemediği pek belli değildi. Ancak İkinci Dünya Savaşından sonra ki ABD’nin Orta Doğu politikasında az bulunur bir bahane olmak özelliğini kazanmıştı. Türkiye; İsmet İnönü nün Cumhurbaşkanlığında, Washington da ölen Büyükelçisinin naaşını değil, Orta Doğuda at koşturmaya gelen bir Amerikayı karşılamaya hazırlanıyordu.



Missouri; Ege sularını yararken, İstanbul da yol kenarlarındaki bütün evler, bütün dükkanlar boyanıyordu. G...evler doktorların gözetiminde sağlık taramasından geçiriliyor, tramvaylar, otobüsler, taksiler yıkanıyordu. Dostlara incelik olsun diye; Amerikan askerlerinden para alınmayacağı gazetelerde duyuruluyordu. İstanbul’un hem Valisi, hem Belediye Başkanı Lütfi Kırdar Taksim Belediye gazinosunda vereceği şöleni durdurmak zorunda kaldı. Çünkü Amerikalı dostları için gazino yeterli büyüklükte değildi. Ankara’dan gelen emir kesindi, Dolmabahçe Sarayı açılacaktı.(Atatürk’ün ölümünden sonra ilk aziz hatıratı da böylece Amerikalılara çiğnettirildi.). Esnafa; para vermek istemeyen askerleri zorlamamalarını masrafların Hükümetçe karşılanacağı bildirildi. Yoksul mahallelerin elektriklerinden kısıntı yapılarak; Taksim Alanına kocaman ampullerle aydınlatılan Missouri resmi yapılarak Wellcome Missouri asıldı, aynı mahya Kızkulesi’ne de yapıldı. Artık hoşgeldin ABD hazırlıkları tamamdı. 5 Nisan 1946 cuma sabahı Missouri Savaş Gemisi Dolmabahçe Sarayının önüne demir attı. Sanki İstanbul’u işgal eden düşman donanması hiç İstanbul’dan ayrılmamış gibiydi. Büyükelçinin ölümü nedeniyle yaslı bir gün olması gerekirken, ortalık bayram yerine döndürülmüştü. Tüm bu hengamede Büyükelçinin cenazesi gemiden indirilip, hızla uzaklaştırıldı. ABD Başkanı Truman’ın temsilcisi Alexander Weddel ve yardımcıları Dolmabahçe Sarayında ağırlanıp yatırıldı. Ertesi gün Ankara ya törenle uğurlandı. Bu ara İstanbul sokaklarında halk büyük bir şaşkınlık içinde, başıboş ve sarhoş dolaşan Amerikan askerlerine baka kalmıştı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Hükümetin emriyle, barlar, kulüpler, lokantalar ve tüm işyerleri; sarhoş ABD Askerlerini ağırlamak için ellerinden geleni yapıyor. Sarhoş ABD askerleri güpegündüz kadınlara, genç kızlara sarkıntılık ediyor ancak hükümetten alınan emir gereği kesinlikle misafir askerlere dokunulmuyordu. İki gün içinde İstanbul büyük şaşkınlık ve yangın yerine dönmüştü. Gelenler dost muydu, düşman mı?.. Hükümet, basın onlardan yana idi. Bir avuç aydın karşı koymaya çalıştığında Vatan Haini damgasını yiyordu. Bu arada Türkiye de bir efsane haline gelen Yavuz Zırhlısı, getirilip Missouri Savaş Gemisinin yanına konuldu. Türk Halkının beyninde koca YAVUZ birdenbire, Missouri nin yanında küçücük kalmıştı. Sanki Bebelere adı verilen, Türkülerin kahramanı YAVUZ artık o eski YAVUZ değildi. Alexander Weddel, Ankara da Devlet Başkanı gibi karşılandı. Milli Şef İsmet İnönü Çankaya Köşkünde ağırladığı misafirinin bütün isteklerinin yerine getirilmesi için, Türk-Amerikan Dostluğu için gerekenin yapılacağını Türk Halkına duyurdu. Artık bu yeni dostluğun adı Demokrasi idi. O günün büyük gazeteleri Vatan ve Cumhuriyet Gazetelerinde boy boy manşetlerle Demokrasi, Özgürlük anlatma yarışına girdiler. Çünkü onlara göre Halkın çoğunluğu Demokrasinin ne olduğunu bilmiyordu. Büyük kentlerden köylere gidene kadar Demokrasi artık Demirkrat olup çıkmıştı. Ve 9 Nisan 1946 günü Dolmabahçe Sarayı önüne demirlettirilerek başlatılan TÜRK-ABD Dostluğu’nun abidesi Missouri Savaş Gemisi; arkasında biraz frengi, biraz Amerikan sigarası, biraz dolar, biraz demokrasi, biraz özgürlük bırakarak İstanbul’dan ayrıldı! Sonrası mı?.....Sonrası.... aslaaaaaa geçmişe mazi denilemez. Çünkü geçmiş geleceğin aynasıdır. Ve işte bugünler !

08 Nisan 2011

SAKIN KİMSE İÇİN DEĞİŞME:))).





Kimseyi değiştiremezsin hayatta. Ve kimse için de değişmemelisin. Kimliğini kaybettiğin an yaşamını çöpe attın demektir. İstemediğin sürece hiçbir şey için ödün vermeyeceksin. Çünkü gün gelir verecek hiçbir şeyin kalmaz . Her şeyi sen istediğin için yapacaksın,başkası senden istediği için değil. Ve sen,sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaktır."





Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle. Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil. Herkesin gidebileceği bir yol vardır. Sen yeter ki yanında yer almayı bil. Ne sen kimse için mecburi istikametsin,ne de bir başkası senin için... Seninle gelmek isteyenleri yanına al. Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata. Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında,zorlama kendini. Hayat rahat ve anlayışlı insanlarla, Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel... Ve unutma aynı dili konuşanlar değil,aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir...





"Sen yine olduğun gibi kal, benim için sakın değişme.." Işıkla Kal Ve Sakın Değişme Onlar Seni Değiştirmek İsteselerde... ;)





°¨¨°º”°¨¨°(_.·´¯`·«¤°RUNAWAY°¤»·´¯`·._)°¨¨°º”°¨¨°



Seviyorum Deme Sakın Bana...



Hep böylemi bakar gözlerinin içi senin? Hep böyle mi sevdiğini söylersin bana İçinde bir yerlerde uçan martılar Gözlerinde bilmediğim pırıltılarla, Seni seviyorum Deme bana!... İçim bir tuhaf oluyor Dokunmak istiyorum ellerine sonra, Büyüttüğün kuşlara ekmek atmak birde Güle oynaya!





2fb73fee88cda9916893f020e7fcb884_1270884031.jpg Seni seviyorum Deme işte bana... Alıp başımı gitmek istiyorum, Çok uzaklara!... Ya da senin yanına Gelsene hadi, Al beni buralardan... Bırakma bir başına Acıyor bir yerlerim sen olmayınca Seni seviyorum Deme bana... Unutuyorum kanatsız olduğumu, Melekler gibi uçmak istiyorum sonra




Tarifsiz boşluklar var, Tarifsiz korkular Sen yine sevdiğini söyleme bana... Sarılma öyle hemen ... Ellerim üşüyormuş Kaç yazar?... Ödünç istemem ellerini... Sıcak elleri bırakmak zordur bilirim..... En iyisi al bendeki emaneti GÖKKUŞAĞININ Sekizinci rengi olma hayallerini Seni seviyorum Deme bana... Gitmek istemiyorum sonra... Oysa biliyorsun Gitmem gerektiğini İlk ben söylemiştim! Gözyaşlarım burnumda Seni Seviyorum Deme Bana...



°¨¨°º”°¨¨°(_.·´¯`·«¤°RUNAWAY°¤»·´¯`·._)°¨¨°º”°¨¨°


07 Nisan 2011

Biraz değiştim:)))))))))))).


Ortala

Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

Değiştim…
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil…

Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim…
Sorun değil…

Elbet Alışırım…
Biraz alıştım.
Her şey kadar, her kez kadar, sen kadar…
Alıştım!
Varlığını istemediğim tüm eksik yanları
Ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim
iki arada bir derede duyguya alışıyorum…
Bir yanım bırak diyor bir yanıma
Kesin değil! Henüz tanıştık…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

Tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda
Ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
Bir yanım memnun oldum diyor,
bir yanım tanıyamadım daha
Samimi değil…
Bir hayli kırıldım…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime
Gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım…
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım!..
Maziye hiç değil, âna kırgınım
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına
Dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara
Beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa…
İyi değilim.
Galiba yoruldum…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

Kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum
Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..
Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.
Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık
Ki Seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..

Toprağa bakan yanım senden zate ayrı
Sana bakan yanımsa toprakla aynı
Hıh! Ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!

Gözlerim yorgun…
Dudaklarım, dudaklarım hissiz…
Dokunulmadan geçen yıllar bana ağır…
Sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz
Söyleyemediklerini söylesende şimdi
Sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!
İsteyerek değil…
Çok çalıştım

Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı izine
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye
Ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
Daha öncede gitmiştim…
Çok çalıştım…
Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
Ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
Gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
Çok çalıştım…

Daha öncede gitmiştim…
Kendi isteğimle…
Anladım ki daha önce sevmemiştim!

Çok çalıştım inan
Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye
Her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya
Ve alışmaya kendime…
Bu göz gözü görmez dumanlı halime
Çok alışmaya çalıştım hem de…

Tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da
Birini yaşattım! Yaşatıyorum da hala
Ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da

Yorulmak, dinlenmekten geçmiyor
An be an çöküyor, insanın içindeki güç
Işığı sönüyor…
Beyaza dönüyor rengi git gide
Hissizleşiyor…

Ne yormak istedim Seni,
Ne de yormak kendimi
Çok çalıştım
Gitmeye de kalmaya da…
İkisi de aynı acı, ikisi de rezil
Daha öncede gitmiştim
Ama böyle kalarak değil
Böyle kalarak değil

Can YÜCEL



Özlediğim kadar Sen’sin..
Sevdiğim kadar Ben’sin..
Unutma;
Zorsa Başarırım...
İmkansızsa Biraz Zaman Alır...))

SEVGİYLE KALIN
-RÜYA-

01 Nisan 2011

''Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi

Google
Fuzuli'ye sormuşlar: ''Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi?'', ''Sevmek; çünkü sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın.'' demiş.

Peki; Sizce sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi? ""Sessizlik"" en asil cevaptır İçinde sadece saygı vardır çünkü... Kendine saygı...hayata saygı...insana saygı... Bu yüzdendir suskunluğum...)))

Evet sevmek mi sevilmek mi? Hangisini içimize sindirmişizdir hayatımızda? Bazen sevilmek için sızlanıp durur,başkalarına adarız hayatımızı..O'nsuz olmaz deriz,yaşamak işkence gibi gelir. Acaba bu bizim sevme güdümüzden mi kaynaklanır? Nasıl demeyin.Düşünün; hep birşeylere ait hissederiz kendimizi.Hep birisinin yüreğini liman kabul ederiz.Aslında bu ihtiyaç tamamen yine kendi "mutluluğumuz" içindir.Yani ilk önce kendimizin mutluluğunu önemseriz.İnsanoğluyuz elbet..

Mesela birisini deli gibi severiz.Hakikaten deli gibidir içimizdeki duygular.Şizofreni şekilde bağlarız kendimizi.Benim olmalı deriz.Ama O'nun bizimle mutlu olacağı ne malum? Ya O'nun içindeki sevgi nehri bize mi akar?

Eğer zaten beraber değilseniz akmıyordur.Yani o sizi ya sevmiyordur ya da sizin O'nu sevdiğiniz kadar coşkulu değildir.O'nun kalbi başkasındadır belkide..He bu da bizim hiç mi hiç umrumuzda olmaz.Varsa yoksa bizi sevsindir.O'nun duygusu düşüncesi umrumuzda değildir.Gözümüz bunu göremeyecek kadar körleşmiş,mantığımız bu konuda körelmiştir. Yani demem o ki,biz sadece severiz.Ve sevilmeyi kendimizde en büyük hak olarak görürüz karşımızdaki kişi tarafından. Nazım Usta der ya Tahirle Zühre Meselesi'nde: "Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

" Bundan daha güzel açıklanabilir miydi bilemem.Doğru..Elmayı seviyorsun diye elmanın seni sevmesi şart olmamalı.Sen O'nu severken karşılık beklememelisin.Çünkü bu senin gönlündür.Ve severken O'nun kalbinden izin almamışsındır.İzin almakla zaten olmayacağı için bu iş,O'nun da seni;senin kadar sevmesini bekleyemezsin.O seni sevmesin bırak sen sev..Varsın O'nun başka bir sevdiği olsun..Olsun yahu! Sevmek O'nunda hakkı..Ve bu O'nun meselesi.Sen kendi meselene bak.Sevmeyen yürekler bir taştan farksızdır.Sen taş olma.Ama başkasını da zorlama.

Sevmek gönül işidir.Sevebilmek hemde karşılık beklemeden en güzel yürek işidir. .

Yüreğinizi sevmelere kapamayın..Sevin..Sevdikçe büyür yürekler..Sevdikçe bir çiçeği, bir meyveyi ve tabii ki bir sevgiliyi...:)))

Konuşacaksan öyle bir konuş ki, inanayım. Ağlatacaksan öyle bir ağlat ki, susmayayım. Gideceksen öyle bir git ki, ölümüne unutamayayım. "Ama seveceksen öyle bir sev ki; konuşsanda, gitsende, ağlatsanda seni yüreğimde yaşatayım"... Can Yücel

Bahçenin birinde güneşe sevdalı bir Gündöndü yaşarmış Onun dibinde de gündöndüye sevdalı bir Sarmaşık . gündöndü nün gövdesine sımsıkı sarılır.yüzünü ona dönsün onu sevsin diye umutla beklermiş Gündöndü ise her sabah güneş doğduğunda yüzünü sevda ile göğe çevirip hayran hayran güneşe seyredermiş. Sarmaşıkcık çaresiz daha bir sıkı sarılırmış gündöndüye. Ama nafile ,gündöndünün aklı güneşte. Akşam olup da güneş battığında ,sevdiğini yitiren gündöndü boynunu büker içine kapanır kalırmış üzüntüden Sarmaşık daha sıkı daha sıkı yapışırmış o zaman Gel gelelim sabah olduğunda gündöndünün yüzünü kendisine çevirmeyeceğini,güneşle gündöndünün arasına giremeyeceğini bir daha anlamış. Ama bir sabah minik Sarmaşık uyanınca ne görsün İlk defa sevgili gündöndüsünün yüzü güneşe değil kendine dönük. Sevinçten az kalsın çığlık atacakmış ki,gündöndüsü öldüğünü anlamış . Çünkü sarmaşık sevdiğinin yüzünü kendisine çevirmek için onun gövdesine sarıldıkça ,yavaş yavaş onu boğduğunu öldürdüğünü hiç fark etmemiş. Gündöndü ölünce sarmaşığın sarılacağı bir şey kalmamış Zamanla oda sararıp solmuş Sonra çiftçinin biri gelmiş ikisini de bir kenara koparıp fırlatmış..>

Kendimiz için birşeyler yaptığımızı düşünürken,karşımızdakinin ne hissettiğinin farkında olamayız.Bu hikaye bunun için en güzel örnek..:))))



Özlediğim kadar Sen’sin..

Sevdiğim kadar Ben’sin..

Unutma;

SeVmeK İçİn "YüReK", SürDüRmEk İçİn "EmEk" GeReK...

Dolayısıyla..... Ben......Zorsa Başarırım...bilirsin!!!

İmkansızsa Biraz Zaman Alır...))

SEVGİYLE KALIN