11 Aralık 2008

Bazı kadınlar

Bazı kadınlar vardır.

Baktığınızda kaşından gözünden başka şeyler görürsünüz yüzünde. Cinselliklerini çekmişlerdir gözlerine kalem diye. Başkadır bakışları. Hatta tüm halleri.Dişilik değildir , daha başka bir haldir sanki. Buram buram cinsellik kokarlar. Kıyafet değil cinselliklerini giymiş sanırsınız üstlerine. Açık veya kapalı giyinmekle ilgisi yoktur bunun. Dokunamasanız bile bakışlarınız ulaşır bedenlerine. Gezinir rahatlıkla kuytu köşelerinde. Bazı kadınlar salt cinselliklerini verir size.

Bazı kadınlar vardır.

Yoldan geçerken takılır gözleriniz. Dizine yatıp ruhunuzu ellerine bırakasınız gelir. Teninin sıcaklığında erir gidersiniz. Dingindirler, savaşmazlar dünya ile.Gözlerinin içinde bir kadının binbir halini görürsünüz. Erkek olmanın binbir halini de size yaşatırlar. Sıcaktır, şefkatlidir, bağışlayıcıdır, dişidir. Ne giyerlerse giysinler cinsellikleri değildir üzerlerindeki. Kadın olarak vardırlar, cinsellikleri sadece erkeklerine özeldir, size kapalıdır, göremezsiniz. Plajda bikinili bile olsalar ''kapalı'' kadınlardır onlar. Siz ulaşamazsınız kendileri gelmedikçe.Bazı kadınlar ''kadın''dır.

Bazı kadınlar vardır.

Hoyrattır. Acıtır. Mahveder dokunduğu yeri. Erkeğinin sahip olduklarına önem verir sadece.Ondan aldıklarına bakar, erkeğin kendisi hiç önemli değildir. Bir şey veremeyecek duruma geldiğinde ona sırtını dönmesi kolay olur bu nedenle.Hayatı paylaşmasını bilmez bazı kadınlar.Mal paylaşımını hayatı paylaşmak sanırlar çünkü.

Bazı kadınlar vardır yine.

Hayatın yükünü taşır.Yüzündeki her çizgi ayrı bir hüznü anlatır.Bilmez başka türlüsünü.Eştir, anadır, kadındır birileri için.Kendisi için kocaman bir ''sıfır'' olduğunu dert sahibi olunca görür o kadınlar.

Bazı kadınlar vardır.

Yüzüne bakınca gördüğünüz sadece falanca şirkettir.Okumuş , eğitimli, kariyer sahibi ama erkeksiz kadınlardır.Bakış larında görürsünüz bir erkeğe teslim olmayacakları nı.Hayatları nda bir çocuğun kahkahası olmayacaktır hiçbir zaman.İçlerindeki kadının ümitsiz isyanını da görürsünüz o bakışlarda.

Bazı erkekler vardır.

Baktığınızda gördüğünüz sadece bir tomar paradır.Paradan başka bir şeye sahip olamayacak kadar acizdirler o erkekler.Emek vermeyi bilmezler.Paraları kadar sahip olmak isterler herşeye.Paraları yoksa kocaman bir ''hiç'' tirler.

Bazı erkekler vardır.

Hastadır ruhu.Zindan ederler hayatı etraflarına.Koca olamazlar, baba olamazlar, sevgili olamazlar.İlk zamanlar sıcacık sevgi dolu bir erkek sanırsınız.Hiç ummadığınız bir anda karşınıza çıkar canavar.O pençelerin ruhunuzu nasıl ve neden kan içinde bıraktığını anlayamazsınız bile.Kurtulmanı za da izin vermez bazen.Ondan güçlü olmanıza izin vermez.Yoketmek zorundadır.Ruhunuzu öldürür o erkekler.

Bazı erkekler vardır.

Kullanır sizi.Emeğinizi, sevginizi kullanır.Alması nı bilirler sadece.Sevgi veremezler.Hayatı paylaşmazlar. O kadar nazik ve yakışıklıdır ki bile isteye teslim olursunuz.Verdikler iniz tükenince giderler, anlayamazsınız neden terkedildiğinizi.

Bazı erkekler vardır.

Erkektir, babadır, eştir, sevgilidir.Belki zengin değillerdir ama göğsüne sokulduğunuzda dünyanın en mutlu kadını olursunuz.O erkeklerin kendileri hazinedir ve siz ''bilirsiniz' ' bunu.Bakışlarında bütün dünyayı görürsünüz.Ellerini güvenle tutarsınız.Siz hayatısınızdır, bilirsiniz.Ruh eşinizdir, hissedersiniz. Bazı erkekler gerçek bir ''erkek'' tir.

SENİN NE ANLATTIĞIN DEĞİL İNSANLARIN NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR.
SENİ ANLAYAN BİRİNE ANLAT. ANLAŞILMIYORSAN SUS Kİ, ANLATTIĞINI ANLATMAKZORUNDA KALMAYASIN!!!

01 Aralık 2008

Ben Seni Neden mi Sevdim?


Ben seni bir okyanusun derinliğinde buldum da sevdim
Parlak bir inciydin benim için
Paha biçilmez bir inci
Ben seni soğuk ve yağmurlu bir günde
Seni düşünürken gülüşündeki sıcaklığın içime dolup da
Beni sardığı bir anda sevdim
Seni sadece selvi boyun, siyah saçların yada kara gözlerin
Güzel bir yüzün var diye değil
Fikirlerinle, konuşmandaki güzelliğin ve benim o kor halde yanan yüreğimle sevdim
Ben seni derinden ve hissederek sevdim
Her kalp atışımda vücudumun dört bir kösesine yayıldığını
Beni sardığını her nefes alışımda ciğerlerime islediğini bilerek sevdim
Seni kış gecelerinin o soğuk yatağında birlikte uyuyup beni işittiğin
Yaz sıcağında uyuyamayıp sıkıntılarım olduğun
Ve rüyalarımda buluştuğumuz gecelerde sevdim
Seni ellerinden tutup kanımın kaynadığı
Kalbimin yerinden fırlayacağını hissettiğim anlarda
O ıslak dudaklarınla beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim
Ben seni o sensiz anlardaki bos ve değersiz geçen dakikalarda
Kayıp zamanlarımızda, seni arayıp bulamadığım
Çaresizlik içinde olduğum, içki sofralarını dost bildiğim anlarda sevdim
Sen ne kadar uzak olsan da,
Aramızdaki kilometreler nasıl çoksa
Bende seni o kadar yoğun ve o denli çok sevdim
Seni kalbimde yanan ateşin ile
Zihnimde oluşan hayallerin o ay parçası çehrenle
Bana derinden bakan o gözlerindeki ışıltıyı göreceğim anları beklerken
Kalbimin yanıp tutuştuğu anlarda
Gelip o bu ateşi alevlendirerek
Bana sarılarak beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim

Korkuyorum!
Hakkettiğin mutluluğu sana verememekten korkuyorum.
Seni beni sevdiğinden fazla sevememekten korkuyorum.
Senin sevgine layık olduktan sonra başkaları tarafından o sevgiyi kaybetmekten korkuyorum.
Seni kazandım derken kaybetmekten korkuyorum.
Aramızdaki maneviyat haricindeki uçurumlardan korkuyorum.
Senin kalbini daha fazla kırmaktan korkuyorum.
O temiz ve masum göz yaslarını daha fazla akıtmaktan korkuyorum.

Evet korkuyorum;
Seni kaybetmekten, seni daha fazla üzmekten...
Sana kendimi ifade edememekten korkuyorum.
Yada yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.
Uçurumun kenarında yalnız kalmaktan korkuyorum.
Dostluğuna doyamadan uluorta yalnız kalmaktan korkuyorum.
Yüreğimdeki o ince sizinin bir gün çoğalmasından ve beni sarmasından korkuyorum.
Sevgi denen güzelliğinin bir gün beni terk etmesinden korkuyorum.
Dostluğun ölüp yerine nefretin yeşermesinden korkuyorum.

Korkuyorum evet;
Seni kaybetmekten ve seni daha fazla üzmekten...
Bir çiçek misali ne ellemeye nede koparmaya kıyamıyorum uzaktan seyrediyorum çünkü
Seni daha fazla incitmekten korkuyorum.
Ömründe yasadığın mutluluğu huzuru sana yaşatamamaktan korkuyorum.
Sana kalbimden fazlasını verememekten korkuyorum.
Sonunda sana gözyaşından başka bir şey bırakamamaktan korkuyorum.
Seni sevmekten değil;
Dostluğunu suiistimal etmekten,
Seni kaybetmekten ve değerini bilememekten ve Yüce Rabbime hesap verememekten korkuyorum.
Belki de çok fazla korkuyorum...

ÇÜNKÜ BEN ILK DEFA SEVIYORUM...



ATİLLA İLHAN


(¯`°¤, ® RUNAWAY ® ,¤°`¯)

.


Allahın 99 ismi

Adil
العدل
Herkese hakkını veren,
Afüv
العفو
Günahları affedip sâhibini cezâlandırmaktan vazgeçen
Âhir
الآخر
Varlığının sonu olmadığını belirtir ve insanlara vadettiği sonzuz hayâtı veren
Alîm
العليم
Bilgisi sonsuz olan, herşeyin farkında olup en ince noktasına kadar bilen
Aliyy
العلي
Yüksek, büyük ve yüce, güçte, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün yetkin sıfatlarında üstün olan
Allah
الله
Kendisinden başka olmayan "O" ilah. El-İlah'dan türemiştir.
Azîm
العظيم
Çok yüce ve sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlüğün tek sâhibi, pek azametli olan, yüce.
Azîz
العزيز
İzzet sâhibi, mağlup edilmesi imkânsız olan, her şeye galip olan.
Bâis
الباعث
Ölüleri dirilten, her canlıyı ölümünün ardından yeniden dirilten.
Bâkî
الباقي
Süreklilik sâhibi, sonsuza kadar kalan, sonsuz.
Bâri'
البارئ
Yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratan, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getiren, âzâ ve cihazını birbirine uygun yaratan.
Basîr
البصير
Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yarattıklarına da görme duyusunu veren.
Bâsit
الباسط
Her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan, dilediğine bolluk veren.
Bâtın
الباطن
Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir.
Bedî
البديع
Emsalsiz, acâyip ve hayret verici âlemler yaratan.
Berr
البَرّ
İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma
Câmi
الجامع
İstediğini istediği şekilde, istediği zaman, istediği yerde toplayan.
Cebbâr
الجبّار
Azamet ve kudret sâhibi, istediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan.
Celîl
الجليل
Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır.
Dâr
الضار
Zarar verici şeyler yaratan
Evvel
الأوّل
Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayan
Fettâh
الفتّاح
Kulların her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran
Gaffâr
الغفّار
Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık
Gafûr
الغفور
Mağfiret eden, suçları bağışlayan, affeden, insanların beğenilmeyen taraflarını gizleyendir.



Ganî
الغني
Çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan.
Habîr
الخبير
Her şeyden haberdâr olan, herşeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle bilen
Hâdî
الهادي
Hidâyete kavuşturan, kulunu hayırla muvaffak kılan.
Hâfıd
الخافض
Allah'ın, emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları rezil, perişan eden
Hafîz
الحفيظ
Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, herşeyi belli vaktinde âfet ve belâlardan koruyan
Hakem
الحكم
Hikmet sâhibi olan, yaptığı her işte hikmeti gözeten, hükmeden.
Hakîm
الحكيم
Herşeyi inceliğiyle bilip buna göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olan
Hakk
الحقّ
Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olan
Hâlik
الخالق
Yaratıcı olan
Halîm
الحليم
Acele etmeyen, günahkârların cezâsını vermeye güç yetirdiği onlara yumuşak davranarak cezâlarını geriye bırakan, hilmi çok olan
Hamîd
الحميد
Çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamd edilen
Hasîb
الحسيب
Herkesin yaptıklarını tâkdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesâba çekerek yaptığının karşılığını veren
Hayy
الحيّ
Ezelî ve ebedî diri olan, uyuklama, yorulma gibi noksanlıklardan uzak olan.
Kābid
القابض
Herşeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, herşeyi emri altına alıp tutan
Kādir
القادر
Kudret sâhibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olan
Kahhâr
القهّار
Ziyâdesiyle kahredici, yok edici yüce bir varlık
Kaviyy
القويّ
Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sâhibi olan
Kayyûm
القيّوم
Yarattıklarının işini çeviren, her işleneni bilen, evveli olmayan.
Kebîr
الكبير
Büyük, yüce
Kerîm
الكريم
Cömert, kerem sâhibi; muktedirken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getiren, çok ikrâm edici
Kuddûs
القدّوس
Her türlü hatâ, gaflet ve âcizlikten, eksiklikten uzak, mutlak kemâl sâhibi
Latîf
اللطيف
En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nûfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan
Mâcid
الماجد
Ulu ve cömert, şânı yüce anlamlarını taşımaktadır. Kadri ve şânı büyük, kerem ve müsamahası bol.
Mâlik-ül Mülk
مالك الملك
Mülkün ebedî ezelî sâhibi.
Mâni
المانع
Bâzı şeylerin meydana gelmesine müsâde etmeyen, engelleyen.
Mecîd
المجيد
Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73). Şanı, şerefi çok üstün olan.
Melik
الملك
Mülkün sâhibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.
Metîn
المتين
Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş zor gelmeyen, pek güçlü demektir.
Mu'ahhir
المؤخّر
Herşeyden sonra yine var olan; O'na uymayanları zelîl edip arkada bırakan, istediğini geri koyan
Mucîb
المجيب
O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir, teklifleri bilen
Muğnî
المغني
Dilediğine zenginlik veren, ihtiyaçlarını gideren, müstağni kılan.
Muhsin
المحسن
Çokça veren, sonsuz düşünülse bile herşeyin sayısını her yönüyle bilen
Muhyî
المحيي
Dirilten, canlandıran ve hayat veren
Muîd
المعيد
Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan
Muiz
المعز
İzzet ve ikrâm edici, şeref sâhibi
Mukaddim
المقدّم
Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddî ve manevî nimetler verip yükselten, öne geçiren
Mukît
المقيت
Rızıkları yaratan, bilen, tâyin eden, her yaratılmışın rızkını veren.
Muksit
المقسط
Bütün işlerini dengeli yapan
Muktedir
المقتدر
Gücü herşeye yeten, herşeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden
Musavvir
المصور
Yaratmış olduğu varlıkların şekillendiren ve durumlarını tâkdir eden
Mübdî'
المبدىء
Hiç yoktan ortaya koyan, vâreden, yaratan
Müheymin
المهيْمن
Allah'ın görüp gözeten, herşeye şâhit olan, herşeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan
Mü'min
المؤمن
Îmân ve güven veren, her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran
Mümît
المميت
Öldüren, ölümü her canlıya tâkdir edip bunu uygulayan
Müntakim
المنتقم
İntikâm alan
Müteâli
المتعالِ
Yüksek ve yüce varlık
Mütekebbir
المتكبّر
Her hususta çok büyük ve azamet sâhibi ulu yaratıcı
Müzil
المذل
Yüce Allah'ın lâyık olanları zillete düşüren, zelîl kılan, onları hor ve hakîr eden
Nâfi
النافع
Hayr ve menfaat verecek şeyleri yaratan, faydalandıran.
Nûr
النور
Âlemleri nurlandıran, dilediğini nûr eden, nûr, ışık olan.
Râfi
الرافع
Kaldıran, yükselten ve yüksek olan
Rahîm
الرحيم
Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere (âhirette) merhamet eden.
Rahmân
الرحمن
Pek merhametli, çok rahmet sâhibi olan
Rakîb
الرقيب
Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alan
Ra'ûf
الرؤوف
Çok şefkat ve merhamet gösteren, çok esirgeyen, kolaylık sağlayan
Reşîd
الرشيد
Bütün âlemleri dosdoğru bir nizam ve hikmetle âkıbetine ulaştıran
Rezzâk
الرزّاق
Bütün yaratıkların rızıklarını veren
Sabûr
الصبور
Çok sabırlı olan, isyankârlardan acele intikam almayan
Samed
الصمد
Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm canlıların ihtiyaçlarını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulan
Şehîd
الشهيد
Herşeye şâhit olan, herşeyi hakkıyla gören, bilen ve muâmelesini de buna göre yapan
Şekûr
الشكور
Çok şükre lâyık olan, kendi rızâsı için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muâmelesi yapan
Selām
السلام
Her türlü eminliğin, salimliğin aslı olan. Selam, İslâm sözcüğüyle aynı semantik kökten türer.
Semî
السميع
İşiten, işitme kuvvetine sâhip olan ve işitme gücünü veren
Tevvâb
التوّاب
Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı veren
Vâcid
الواجد
Vârolan ve herşeyi vâreden, icâd eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratan
Vâhid
الواحد
Tek, bir olan; kendisinden başka tanrı olmayan
Vâlî
الوالي
Yardım eden, destek veren, işleri düzenleyen, yöneten
Vâris
الوارث
Bütün servetlerin gerçek sâhibi
Vâsi
الواسع
Bağışlaması bol ve rahmeti çok olan
Vedûd
الودود
Çok şefkatli, muhabbetli, sâlih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızâsına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık olan
Vehhâb
الوهّاب
Çok fazla bağışlayan
Vekîl
الوكيل
Hayâtını Allah'a tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım eden
Velî
الولي
Dost, emir sâhibi ve iyi insanların, yâni müminlerin dostu (velîsi) olup onlara yardım ederek işlerini yöneten
Zâhir
الظاهر
Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı herşeyden âşikâr olan
Zülcelâl-i vel-İkrâm
ذو الجلال والإكرام
Hem azamet, hem de fazl-u kerem sâhibi.


30 Kasım 2008

'Hayat size verilmiş boş bir filim şerididir. Her karesini mükemmel doldurun'


KAVAK AĞACI İLE KABAK

ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar
ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse
kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-on yılda, demiş kavak.
-on yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-doğru, demiş kavak.
günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak
üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru
inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-neler oluyor bana ağaç?
-ölüyorsun, demiş kavak.
-niçin?
-benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

1.ders: çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay
kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.


2. Hikâye


EN İYİ BUĞDAY
her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta
yatıyor, dedi.
-elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama
neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? Diye sorulduğunda,
-neden olmasın, dedi çiftçi.
-bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni
alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün
kalitesinin de düşük olması demektir.
eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar
yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

2. Ders: sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak deva m
eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.



3. Hikâye


GELECEĞİNİ BİLİYORDUM
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde
kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
insanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru
altındaydılar.
tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı
onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir
ihtimalle ölmüştür.
artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını
tehlikeye atma.
fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması
güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında
arkadaşına ulaştı.
onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine
yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı.
siperdeki diğer arkadaşı;
-sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
-nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini
duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-geleceğini biliyordum; geleceğini biliyordum;
3. Ders: güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni
boşa çıkarmamak daha da önemlidir.

AFRİKA ATASÖZÜ
'her sabah Afrika’da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı
koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
her sabah Afrika’da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı
koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.
aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız
iyi olur. çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya.
Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer. Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.

28 Kasım 2008

Çocuklarınızla konuşun...

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın n babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de
bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli bir şey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım
ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum.
Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz ükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.
Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Duyduklarına inanamıyorlardı .. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Farkında' Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların,
Gidişatın Farkında Olmalı.
Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti Yarın
Meçhuldür, O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür.

Aile içi iletişim

Çocuklarımıza doğru ve olumlu bir bakışla yaklaşmak ,sağlıklı iletişim kurmak; yaş dönemleri, büyüme ile ilgili sancıların, olan yada olabilecek çatışmaların; sorun haline gelmesini önler. Oluşan sorunlara da hızla çözüm üretebilmemize yardımcı olur.
Dürüst bir iletişim geliştirin
Çocuğun rahat edebileceği, duygularını açabileceği bir ortam yaratın. Çocuğa bunun nasıl yapılacağını öğretmek için anne-babalar ilk adımı atabilirler. Bunun için çocuğa “Seni seviyorum”, “İyi çalışmalar” vb. şeklinde konuşarak iyi model olabilirsiniz.
Sert ve otoriter anne-babalar sürekli çocuklarını yargılar, eleştirir, suçlar ve neyin nasıl yapılacağını söylerler. Bunun sonucunda da, gençler de kendilerini değersiz, tembel, yetersiz ve hatta aptal hissedip; iyice beceriksizleşerek kendi fikirlerini söylemekten vazgeçer ve her şeye kafa sallamaya başlarlar... Ya da yalan söyleyerek, duygularını saklayarak, başkalarını suçlayarak, hükmetmeye çalışıp zorbalık yaparak otoriteye tepki gösterirler.
Anne baba herhangi bir çatışma anında “İlle de benim söylediğim gibi olacak, çünkü ben büyüğüm ve en doğrusunu bilirim!” demek yerine, genci de dinleyerek onun görüşünü değerlendirerek her iki tarafın da kabul edebileceği bir çözüm bulmaya çalışır ve gençle işbirliği yaparsa sonunda uygun bir çözümde anlaşılabilirler.
İletişim için zaman yaratın
Çocuğunuza zaman ayırmakta ihmalkâr davranmayın.
“KONUŞURKEN VE DİNLERKEN İNSANLARIN GÖZLERİNİN İÇİNE” BAK!
Çocuğunuza kendini nasıl hissettiğini sormayı alışkanlık haline getirin.
Çocuğunuzun mahremiyetine saygı duyun.
Mahremiyet çocuğun bireyselleşmesini sağlar. Onun mektuplarını günlüğünü okumak, telefon konuşmalarını gizlice dinlemek saygısızlıktır. Bu tür davranışlar, çocukla aranızda “açık iletişim”e engel olur.
Unutmayın!!! Çocuklar kendilerine saygı duyanlara saygı duyarlar.
İyi bir örnek olun!
Çocuklarınız sadece söylediklerinizi değil, yaptıklarınızı da yaparlar.
Kitap, gazete okuyorsanız o da okur.
Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanıyorsanız o da kullanmaya eğilimli olur. Birçok aile, çocuğu ile alkol ve diğer maddelerin kullanımını konuşmaktan kaçınır.
Çocuğunuz böyle bir problem yaşayana kadar beklemeyin. Çocuğunuzun bu konuyla ilgilendiğinizi bilmesi yeterlidir.
Daha sağlıklı etkinliklere (Spor,müzik,tiyatro,gezi.) katılmaya teşvik edin.
UNUTMAYIN!!! GENÇ İYİ BİR YERE AİT OLMAZSA , KÖTÜ BİR YERE AİT OLACAKTIR.

Arkadaş seçimi
Önce çocuğunuzun arkadaşları hakkında bakış açınızı değerlendirin, sonra belli arkadaşları seçmeye zorlamadan nasıl yardımcı olabilirsinizi düşünün.
Çocuğunuzu arkadaşlarıyla birlikteyken gözlemleyin ve başkalarına karşı yanlış hareketleri olup olmadığına bakın. Bu konuda onunla konuşurken, olumsuz davranışlarının yanı sıra olumlu davranışlarına da işaret edin.
Öğretmen bir grup ödevi vermişse, arkadaşlarını eve davet etmesini önerin.
Eğer çocuğunuzun hiç arkadaşı yoksa, arkadaş edinmesi için birlikte çaba gösterin. Arkadaşı olmadığı için neler hissettiğini anlatmasının ortamını oluşturun. Arkadaşlıklarını onaylamıyorsak, niye problemli ve istenmeyen kişilerle arkadaş olduğunu anlatması için çocuğunuzu yüreklendirin. Kendi deneyimlerinizi, arkadaş ilişkilerinizdeki sorunları, bunları nasıl çözdüğünüzü açıklıkla anlatın, paylaşın.
Arkadaş baskısıyla başa çıkmayı öğretin.
Çocuğumuza; ”Düşünceleriniz duygularınız ve bedeniniz sizindir. Onları geliştirmek ve korumak sizin görevinizdir. Böyle bir durumda hiç çekinmeden güvenebileceğiniz bir büyüğünüzden yardım isteyin.” diyebilecek iletişim olgunluğumuz olmalı
Unutmayın!!!!!!!
Boşluk bırakırsanız boşlukları dolduracak çok insan var.

27 Kasım 2008

REEL SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN.................!

Milletlerarası mücadele de psikolojik savaşın çok önemli bir yeri vardır.
Psikolojik savaşta üstünlük sağlayan taraf kazanmaya daha yakındır.
Bu sebeble psikolojik savaşın önemini kavrayan ve gereğini yerine getiren milletler dünya üzerinde üstünlük sağlamışlardır.
Türk Milleti;sahip olduğu hususiyetler bakımından yeryüzünde hakimiyet kuracak lider özelliklerine sahip üç beş milletten biridir.
Türk Milletinin,ezeli ve ebedi rakipleri;psikoloji
k savaşın her türlü yöntemini kullanarak milletimizi zayıf tutmaya çalışmaktadır.
Diyebiliriz ki;dünyanın en ağır psikolojik savaşı akla hayale gelmedik yöntemlerle Türk Milletine karşı uygulanmaktadır.
Psikolojik savaşın en önemli argümanı insan ve bu insanın kullanıldığı sahalardır.
Örneğin 2. Dünya Savaşı öncesinde Almanlar ile Fransızların arası çok iyi gözükür.Ancak Almanların Fransayı işgal etme düşünceleri ve planları vardır.Fransızların zayıf yanlarını kollamak için Almanya Fransa'ya turist veya başka bir kisve altında 15.000 ajanı birden gönderir.
Böylece Fransızların toplumsal hayatını mercek altına alan Almanlar,Fransızların hayatındaki zayıf yanları tespit eder ve bunları daha da kaşır.
Bunun neticesinde Almanlar Fransa'nın işgali ile ilgili planlarını öne çekerek,uygulamaya koyar.
Acaba Türk Milleti ülkesine doluşmuş yerli ve yabancı psikolojik savaş uzmanlarının hangi hangi amaç ve yöntemleri ile karşı karşıyadır?
Psikolojik savaşta medya çok önemli bir silahtır.
Psikolojik savaş için için günümüzde kullanılan en büyük ve etkin unsur,medyadır.
Medya denilince aklımıza gazete,dergi,televizyon,internet siteleri ve bir çok materyal gelmelidir.
Medya organları insan düşüncesini ve dolayısıyla davranışlarını etkilemektedir.
Yaklaşan Yerel Seçimlerde de bir kısım medya elinden gelen her şeyi yine milletimiz aleyhine yapmaya çalışmaktadır.
Net olarak ifade edebiliriz ki;medya yerel seçimlerde halkımızı istediği doğrultuda yönlendirme gayretine şimdiden düşmüştür.
Medyanın gazete manşetleri ve televizyon görüntüleri ile halkımızı iki partiden birini tercih etmeye zorlamaya çalıştığını görüyoruz.
Oysa Türkiye'de bir çok siyasi parti ve onların da birbirinden değerli adayı vardır.
Objektif yayınlar yapılmış olsa Türk kamuoyu gerçekleri görme imkanını yakalayacaktır.
Ancak ifade ettiğimiz gibi psikolojik savaşın silahı haline gelmiş medyadan bunu beklemek aşırı bir hayalcilik olur.
Diyeceksiniz ki bunlar bu kadar zor bir işi nasıl başarıyor?
Efendim,bilim her şeyin cevabını vermektedir.Politik-psikoloji,toplum psikolojisi,siyasi psikoliji gibi bilimdalları insan ve toplum davranışlarını çok güzel izah etmektedir.
Eğer bilime değer verirseniz,insanı nereden etkileyeceğinizi çok iyi öğrenirsiniz.
Bizim ıskaladığımız bilimi psikolojik savaşın üstadları es geçmediği için,bu kirli savaşın kurbanlarıda bizler olmaktayız.
22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerini hatırlarsanız,birileri medyanında yardımıyla seçimi "müslüman cumhurbaşkanı" seçtirmediler düşüncesi üzerine oturttu.
%99'u müslüman olan Türk Milleti'de bu propagandaya yenik düştü.Kimse Mustafa Kemal Atatürk,İsmet İnönü,Celal Bayar ve hatta Nakşibendi Tarikatına bağlı olduğu iddia edilen Turgut Özal müslüman değilmiydi diye sorgulamadı.
Yine aynı oyunlar; çarşaf,türban,siyasi transferler,anketler,kömürler,erzaklar ve daha nice şeylerle gündeme taşınmak sureti ile yapılmaya çalışılıyor.
Aman dikkat diyoruz!
Düşünün,araştırın,ülkenizin,devletinizin ve milletimizin geleceği için en doğrusunu yapın.
Bu bizi dünyanın geleceğinde daha iyi yerlere taşıyacaktır.

Özcan Pehlivanoğlu

26 Kasım 2008

Sahte Atatürkçüler

CHP, yaklaşan yerel seçimler dolayısıyla uzun zamandır karşısına aldığı tesettürlü kadın seçmeni de kucaklamak amacıyla, Sultanbeyli’de çarşaflı bir kadını partiye üye yaptı. Çarşaflı kadına Deniz Baykal tarafından parti rozeti takıldı. Bunun tamamen seçim yatırımı olduğundan kuşku yok. Ama olsun seçim meçim, Deniz Baykal bağrına taş basarak hiç yapmadığı bir şeyi yaptı ve bugüne kadar laiklik ve rejim düşmanı olarak gördükleri bir kitleye ilk defa kucak açıldı. Samimiyetsiz ve çıkar amaçlı bir kucak.Bu hareket bizzat CHP içinde çalkantılara sebep oldu. Çok ağır eleştiriler yapıldı. CHP’li Necla Arat’ın sözleri ise tam anlamıyla hakaret ve aşağılama dolu sözlerdi. CHP felsefesinin zihinlerde taşıdığı çirkin düşünceyi bütün çıplaklığıyla yansıtan sözlerdi bunlar.Şöyle diyordu CHP milletvekili Necla Arat:“Şimdi tabi burada denilebilir ki; “Bu bir olanak. Onların da seslerini duyurmalarını istiyoruz.” Ama bana sorarsanız bu örtüleri, çarşafı veya türbanı kullanan ve özellikle kırsal kesimden gelen kadınlarımız, genel başkanımızın iyi bir niyetle öne sürdüğü gibi zincirlerini ne yazık ki kırmıyorlar. Zincirlendikleri bir yerden alınıp başka bir yere zincirlenmeye götürülüyorlar.”CHP’li vekile göre çarşaf ya da türbanı kullanan kadınlar “zincire vurulmuş” durumdalar. Yani çarşaf ya da türban bir zincirdir. Onları “o zincirleri ile” başka bir partiden alıp CHP’ye katmak bir işe yaramazmış! Zincir aynen duruyormuş!Zincir neyi ifade eder?Esareti.O halde bu kadınlar CHP’ye göre esir durumunda kadınlar olmuş oluyor.Siz bakmayın Baykal’ın çarşaflı kadın transferine; CHP’nin gerçek yüzü bu. Ve bu yüz maalesef halk düşmanı bir yüzdür.Siz hem “halk partisi” olacaksınız hem de halkın kıyafeti ile ilgili “zincirle” bir tutacak benzetmeler yapacaksınız.Dünyanın hiçbir ülkesinde halkın oyunu alarak siyaset yapanlar halkın kıyafetine karşı böylesine büyük bir düşmanlık beslemezler. Vatandaşının giydiği şeylere bakarak onun esri olduğunu ilana etmezler.Ama CHP bunu yapar!Hâlbuki çarşaf aslında asırlardan beri İslam ulemasının da tartıştığı ve büyük çoğunluğunun İslamın emrettiği bir kıyafet olmadığına dair görüş bildirdiği bir örtünme biçimidir. Ama Türk toplumunda hala çarşaflı kadınlar vardır ve Türk siyasetçisinin yapması gereken bu kadınlara saygı göstermektir.Başını örtenlerin de bu zincir içine alınması ise CHP için tam bir utanç vesikasıdır.Asıl zincir bu zihniyetin ta kendisidir.Atatürk’ün partisi olduğunu iddia edenlerin, Atatürk’ün kadın ve örtünme konusundaki görüşlerine başvurarak kendilerine çekidüzen vermeleri gerektiğini düşünüyorum.Falih Rıfkı Atay şöyle der:“Atatürk’ün , kadın anlayışında pek garplı olduğu söylenemez. Hatta kadınların boyanmasını bile istemezdi. Son derece kıskançtı. Denilebilir ki harem temayülünde idi.”(Bir Ömrün Öteki Hikayesi, Sinan Meydan,sf. 360, Toplumsal Dönüşüm Yayınları)“Atatürk, kadınların açılıp medeni kıyafet giymeleri için kanuni bir mecburiyet konulmasına taraftar olmamıştır. Atatürk, ‘kadın ve erkek kıyafeti konusunda zor kullanmak doğru değildir’, diyordu. Atatürk’ün kadın kıyafeti konusunda neden çok dikkatli olduğunu gösteren ilginç bir olay vardır. Eski Afgan Kralı Amanullah Han, Türkiye’ye yaptığı bir ziyaretin dönüşünde Atatürk inkılaplarından aldığı ilhamla bazı yenilik girişimlerinde bulunmuş bu arada kadın kıyafeti hakkında bir kanun çıkarmıştı. Atatürk bu gelişmeleri duyduğunda üzülmüş “eyvah, adam gitti demektir. Ben kendisine ısrarla bu mevzuya girmemesini tavsiye etmiştim. Çok yazık oldu” demiş ve bir süre sonra Afgan Kralı tacını ve tahtını terk ederek ülkesinden kaçmak zorunda kalmıştır. (A.g.e,sf.362)Atatürk’ün tesettür hakkındaki sözleri de ilginçtir:“Dinimizin tavsiye ettiği tesettür, hem hayata hem fazilete uygundur.kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin gereğince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar ne o kadar açılacaklardı.Giyinme tarzımızı ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus adatı, (adetleri) kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiç bir millet aynen diğer milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir .Bunun sonucu şüphesiz hüsrandır.” (A.g.e, sf. 365)Atatürk’ün kadın ve tessttür konusunda ortaya koyduğu görüş ve politikalar bugünün CHP’si ile taban tabana zıt.Atatürk yaşasaydı kendi vatandaşını kıyafetinden dolayı zincire vuran bir zihniyeti partiden ihraç ederdi.Sahte Atatürkçülere duyurulur.

Muharrem BAYRAKTAR



















25 Kasım 2008

Sevgili öğretmenim!

Sevgili öğretmenim!

Size bir mektup daha yazacağım. Canım sıkıldıkça sizinle dertleşiyorum. Çünkü beni ancak siz anlarsınız diye düşünüyorum. Beni yanlış anlamayasın diye bir “özür” ile başlamak istiyorum. Sizinle yazışırken “siz” diye başlayıp “siz” diye bitirmek isterim.
Ancak araya bu kadar “resmi” bir mesafe koymak istemiyorum. Resmi bir mesafe olursa ben içimdekileri tam yansıtamam. “Siz” değil de “sen” diye cümlelerime devam edeceğim için bana kırılmayın lütfen!
Merhaba Öğretmenim!
Yakında “veli toplantıları” başlayacak. Benim içimi bir korku sardı yine. Ne tuhaf bir korku bu aslında… Düşünsenize, dünyada beni en çok seven insanlar olan annem – babam ve bana en çok emeği geçen insan olan öğretmenim bir araya gelecekler, ama ben korkuyorum. Benim geleceğim için çalışan insanlar bir araya gelecekler. Sevinmem gerekirken korkuyorum.
Korkumun sebebi sen değilsin öğretmenim. Geçen yıl ki sınıf hocamız yüzünden bu korku var içimde. Geçen yıl yapılan toplantıdan sonra evimizde neler olmuştu neler! Sınıf hocamız anneme beni şikayet etmiş. Annem o öfkeyle eve geldi. Babama her şeyi aktardı. Öyle bir fırça yedim ki evde… Bir hafta boyunca ailemle neredeyse hiç konuşmadık.
Sadece ben değil tüm arkadaşlar aileleriyle problem yaşamıştı o toplantıdan sonra. Sınıf arkadaşlarımızdan birisinin babası o kadar sinirlenmişti ki, arkadaşımızı neredeyse evden kovacaktı.
Kusurlarımızı, hatalarımızı, yaramazlıklarımızı anne babalarımıza hiç söylemeyin, her kusurumuzu ört bas edin demiyorum. Ancak anlamakta zorlandığım bazı noktalar var.
Anne babalarımıza bizleri o kadar şikayet eden öğretmenimiz niçin hiç iyi yönlerimizden bahsetmemiş. Bir canavarı tarif eder gibi, “bu çocuk adam olmaz, bu kızda iş yok, ne biçim çocuk yetiştirmişsiniz” gibi cümleleri, bir makineli tüfek gibi velilerimizin üstüne yağdırmış eski sınıf öğretmenimiz. Sanki anne babalarımız “haylaz” olduğumuzu bilmiyor mu? Biliyorlar elbette. Ancak diğer velilerin içinde bu kadar rencide olunca tüm öfkeleriyle bize yükleniyorlar.
Sevgili Öğretmenim.
Bizim anne babalarımız zaten cahil. Bir çoğu köyden şehre çalışmak için gelmiş, bizleri okutmak isteyen iyi niyetli cahil insanlar.
Annem, anneliği, sadece çocuk doğurup karnını doyurmak sanıyor. Babama sorsanız bizim için ceketini satar bizi okutur. Ancak çocuk eğitmenin doğurmak veya doyurmak olmadığını bilmiyorlar.
“Biz cahil kaldık işte! Siz okuyun diye çırpınıyoruz!” derken annemin gözleri dolar. Ancak aynı annem her sabah güne “Seda Sayan” ile başlıyor. Öğleden sonraları saçma sapan kadın programları izliyor. Akşamları da mutfakta ki Televizyon da izlemesi gereken birkaç dizisi vardır mutlaka.
Niçin mutfakta ki Televizyon diye soracak olursanız hemen söyleyeyim. “Ceketimi satar, sizi yine okuturum!” diyen babam, eve gelince hemen TV’nin karşısına oturur. Haberleri defalarca izledikten sonra izleyecek bir dizi mutlaka bulur! Hele birde maç varsa tamamdır. Misafir odasına kimse yaklaşamaz.
Ben annemin babamın ellerinde hiç kitap görmedim. Okuma yazmaları olmasa anlayacağım. Sanki eğitim sadece diploma peşinde koşmakmış gibi anlamışlar.
Bizim için “saçını süpürge” ettiğini söyleyen annem ve “ceketimi satar, sizi yine okuturum!” diyen babamın kendilerini eğitmek için hiç çaba sarf ettiğini görmedim.
Bunları seninle niye paylaştığımı söyleyeyim öğretmenim.
Anne babamı size şikayet etme niyetinde değilim. Ben onları çok seviyorum. Ancak onlara bu gerçekleri ben söylesem “nankör evlat!” olurum. Lütfen bir sonraki veli toplantısında beni ve arkadaşlarımı anne ve babalarımıza şikayet etmeden önce, onlara çocuk eğitimi konusunda biraz bilgi verin.
Karne notlarımızı saklayın, yaramazlıklarımızı gizleyin demiyorum. Notlarımız hakkında da bilgi verin, şikayetlerinizi de dile getirin.
Ancak ailelerimizi bir araya toplamışken onlara eğitim verseniz. Özellikle “Çocuk Eğitimi, Ergenlik döneminde iletişim” gibi konularda her toplantıda biraz bilgi verseniz, hem sizin işinizde kolaylaşmaz mı?
Hababam sınıfındaki o sahneyi bilirsiniz öğretmenim! Hani Mahmut hoca tüm anne babaları sınıfa toplayıp, çocuklarının karnelerini onlara verdiği sahne… Orada Mahmut hoca diyor ki, “Bu karneler sadece çocuklarınızın değil, aynı zamanda sizinde karneleriniz sayılır. Bu notlar sadece çocuklarınızın değil sizinde notlarınız.”
Veli toplantılarına katılmayan ailelerden hep şikayet etmekte haklısınız. Ancak bazı arkadaşlarımın aileleri öğretmenlerinin tavırları yüzünden toplantılara katılmadıklarını söylüyorlar.
Sevgili öğretmenim!
Anne babamı sana şikayet ediyorum belki. Yaptıkları hataları cahilliklerinden yaptıklarını da biliyorum. Ancak geçen yıl ki öğretmenimin yaptıklarını düşününce üzülüyorum. Bir öğretmenin bunları bilmesi gerektiğini, ve böyle basit hatalar yapmaması gerektiğini düşünüyorum.
Tekrar ediyorum. Annem babam cahil öğretmenim!
Ya sen?

Sait ÇAMLICA
Eğitimci-Yazar

°¨¨°º”°¨¨°(_.·´¯`·«¤°RUNAWAY°¤»·´¯`·._)°¨¨°º”°¨¨°

24 Kasım 2008

ELMA SİRKESİ



Doğanın bizlere sunmuş güzellik iksirlerinin yarattığı mucizeler tartışılmaz.Elma sirkesi de bu mucize iksirlerden biri: Etkili bir antiseptik olduğu gibi baş ağrılarını geçiriyor, sivilceleri yok ediyor, nasırlardan kurtarıyor ve hatta kilo vermenize bile yardımcı oluyor.Elma sirkesinin cilt rahatsızlıkları, kadın hastalıkları,mide rahatsızlığı, güneş yanığı, baş ağrısı, yaralanma, soğuk algınlığı ve ateşli hastalıkların tedavisinde kullanması, çok eski medeniyetlere kadar dayanmakta. Yıllardır pek çok kişi tarafından yararları bilinen elma sirkesinin son mucizesi ise zayıflatma özelliğinin bulunması.Elma sirkesi düzenli olarak kullanıldığında sindirime yardımcı olup, kilo vermenizi kolaylaştırıyor. Sabahları kahvaltıda, içine 1-2 kaşık elma sirkesi ve 1 kaşık bal karıştırılmış bir bardak ılık su, uygun bir rejimle birlikte kullanıldığında düzenli kilo kaybetmeyi sağlıyor.Elma sirkesinin yararları :Akne tedavisi: Su ile seyreltilmiş elma sirkesi ile yüzünüzü temizleyin ve su ile durulayın. Elma sirkesi hem cildinizi yumuşatacak,hem de antiseptik özelliği ile akneye neden olan mikropları öldürecektir.Boğaz ağrısı: Anjin ve streptokok dahil olmak üzere tüm boğaz ağrılarında, 1 bardak suya katılan 1 kahve kaşığı elma sirkesi ile saat başı yapılacak gargara rahatlatıcı bir çözüm.Ciltteki lekelere : Dörtte bir litre suya, üç çorba kaşığı elma sirkesi ekleyip, kaynayıncaya kadar ısıtın, ateşi kısın. Başınıza bir örtü örtüp, yüzünüzü buhara tutun. Yarı yarıya sulandırılmış elma sirkesi ile yüzünüzü silin. Haftada iki kez tekrarlayabilirsiniz.Migren: Bir tasa eşit miktarda su ve elma sirkesi koyup kaynatın. Altını kısarak yüzünüzü buhara tutun. Bu şekilde 3 dakika kadar soluk almanız, migren ağrılarının yok olmasını sağlayacaktır.Yorgunluk ve uykusuzluk: 1 litre suya 3 yemek kaşığı elma sirkesi ve bir fincan bal ilave edin. Her gece yatmadan önce 2 yemek kaşığı için. Uykusuzluğunuzun ve yorgunluğunuzun kaybolduğunu göreceksiniz.Kaşıntılar: Böcek ısırmalarına, kurdeşene bağlı kaşıntılarda, arı sokmalarında ve cilt çatlaklarında, sorunlu bölgeye sürülecek elma sirkesi rahatsızlığı giderecektir.Mide bulantısı: Mide bulantısının önüne geçmenin yolu; ılık elma sirkesine bir bezi batırıp sonra sıkmak ve bu bezi midemizin üstüne yerleştirmektir. Bez soğudukça ılık bir bez ile işlem tekrarlanmalıdır.Sivilceler: Sivilceler için, su ile seyreltilmiş elma sirkesiyle yüzünüzü silin ve durulayın. Elma sirkesi akneye yol açan mikropları öldürür.Varisler: Varislerin yol açtığı ağrıdan şikayetçiyseniz, sirkeli bir bezi bacaklarınıza sarın ve 30 dakika bekletin. 30 dakikalık süreyi bacaklarınızı yukarı kaldırarak geçirin. Bu işlemi sabah-akşam tekrarlayın.Nasırlar: Bir dilim bayat ekmeği elma sirkesine batırıp nasırlı bölgenize koyarak gece boyunca orada tutun. Sabah uyandığınızda sertliğin kaybolduğunu göreceksiniz. Bir başka yol ise ılık suyun içine yarım bardak sirke koyup, yarım saat nasırlı bölgeyi bu suda bekletmek ve sonra bir havlu ile kurulayıp ponza taşı ile bölgeyi ovuşturmak...Kepeksiz saçlar : Saçlarınızı yıkadıktan sonra, son durulama suyuna elma sirkesi ekleyin. Saçlarınızın kepekten arındığını ve parlaklaştığını göreceksiniz.
Varisli damarlara : Bir bezi elma sirkesine batırıp, sıkın.Sirkeli bezi varisli bölgenize sarın ve 30 dakika kadar bekletin. Bekleme süresi içinde bacaklarınızı yukarı kaldırarak dinlendirin.Bu işlemi sabah-akşam tekrarlayın.
Zayıflamak için : Bir bardak ılık suya bir-iki kahve kaşığı elma sirkesi ve bir kahve kaşığı bal ekleyip, karıştırın. Uygun bir rejimle birlikte kullanıldığında, düzenli kilo vermenize katkı sağlar.

ELMA SİRKESİ
Malzemesi
1 kg. elma
3 lt. su
200 g. tuz
1 çay kaşığı tere tohumu
1 çay kaşığı hardal tohumu
Yapılışı
Elmalar mikserden geçirilir, posalarıyla birlikte cam bir kavanoza yerleştirilir. Tüm malzeme içine boşaltılır, ağzı sıkıca kapatılır. Karanlık ve serin bir köşede 1 ay bekletilir.
°¨¨°º”°¨¨°(_.·´¯`·«¤°RUNAWAY°¤»·´¯`·._)°¨¨°º”°¨¨°
.

21 Kasım 2008

''Mutluluğun sırrı''...

Toplanın, mutluluğun sırrını veriyorum! Bir kere şu ortaya çıktı: Para, mutluluk getirmiyor kardeşim! Modern dünya, sadece 'daha zenginlerin', 'daha az zenginlerden' biraz daha mesut olduğunu, bu saadetin de 'üstünlük' hissinden kaynaklandığını ve uzun sürmediğini keşfetti! Psikologlar 'mutluluk' konusuna takmış durumdalar. Temel ihtiyaçları karşılandığı sürece, daha fazla para ekstra bir mutluluk getirmiyor.Peki, kim, niye mutlu oluyor? Time dergisinin son sayısı, birçok bilim adamının bu konuda yaptığı araştırmalardan çıkan ilginç sonuçları konu alıyor. Mutluluk, bizim sandığımız etkenlerden çoğuyla hiç bağlantılı değil!Para? Hiç alakası yok!Eğitim? Hiç etkisi yok!Zekâ? Aynı şekilde!Gençlik? Bilakis! Yaşlıların hayattan gençlere göre daha çok zevk aldıkları ve depresyona daha az meyilli oldukları kanıtlanmış!Evlilik? Araştırmalara göre, evli insanlar bekârlara göre biraz daha mutlu olsa da, bunun sebebi zaten mutlu olmaya meyilli insanların evlilikleri daha kolay yürütmesiyle ilgili olabilir!Güneşli havalar? Hayır! Amerika'nın bol yağmurlu bölgelerinde yaşayanların Kaliforniyalı lara göre daha depresif olmadığı kanıtlanmış!O zaman insanları mutlu eden ne?Bulgulara göre dini inanç insanların mutluluğunu artıran önemli bir etkenmiş. İnanan insanlar zorluklara karşı daha kolay göğüs geriyor ve daha iyimser oluyorlarmış.Arkadaşlar, mutsuzluğa karşı müthiş bir ilaçmış! Ahbapları, dostları, aileleri ve çevreleriyle daha yakın ve sık ilişki kuran insanlar karamsarlıktan uzak kalmak için en etkili formülü bulmuşlar.Bu arada, mutlu olmak için bir grup psikoloğun kullandığı 'gün inşa etme' metodundan bahsetmek lazım. Denekler bir gün önce dakika dakika ne yaptıklarını hatırlayıp, bu aktivitenin onların açısından mutluluk düzeyini birden yediye kadar işaretliyorlar. Bu test 900 kişide uygulanıyor. Sonuçlar ilginç...En çok mutluluk veren aktiviteler, arkadaşlarla sosyalleşme, evde yatıp gevşeme, dua etme ve yemek yeme... Bunları spor yapma ve televizyon seyretme takip ediyor. Tuhaf ama 'çocuklarla ilgilenmek' listenin en altlarında, ev işinin bir sıra üstünde yer alıyor! Çoğu insanın hayatında mutluluğunun kaynağı olarak gördüğü çocukların, günlük hayatın mutsuzluk sebeplerinden biri olması ilginç! Demek ki, mutlu ettiğini sandığınız her şey mutlu etmiyor! Ancak, günlük hayatta insanı sinirlendiren, geren, mutsuz eden ufak tefek olaylar, hayatın genelinde mutluluk kaynağı olabilirmiş! Sürekli şikâyet ettiğiniz stresli işiniz, hayatınızın en önemli rengi olabilir örneğin. Psikologların bu konuyla ilgili edindiği farklı bir bulgu da: 'Sonların gücü'! Sözgelimi, sizi çok mutlu eden bir ilişki, son bir haftasında berbat kavgalar ve gözyaşı dolu bir ayrılıkla sonlanıyorsa, bütün hayatınız boyunca o ilişkiyi kötü hatırlıyorsunuz! Bu konu, kolonoskopi yaptıran bir grup insan üzerinde test edilmiş. Biliyorsunuz kolonoskopi, bağırsaklarla ilgili rahatsız edici, biraz acılı bir muayene metodu. Bir grup hastaya standart kolonoskopi yapılmış. Diğer grupta ise kolonoskopi aleti, mu ayeneden sonra 60 saniye hareketsiz bırakılmış. Hastalara acı veren bölüm aletin hareketleri olduğu için, uygulama 60 saniye daha uzun sürdüğü halde, muayenenin sonu 60 saniyelik acısız bir zaman dilimiyle bittiği için, ikinci gruptaki hastalar, uygulamayı, ilk gruba göre daha az rahatsız edici bulmuşlar! Peki, herkes mutlu olabilir mi? 1996'da yapılan bir araştırmaya göre, bir insanın hayatından memnun olması, yüzde 50 oranında genetik yapısına bağlı! Genler neşeli, rahat bir kişilik yapısını, stresle başa çıkma kapasitesini, depresyon ve endişeye mehili yönlendiriyor! Eğer bir insan genetik olarak mutluluğa meyilliyse, başına berbat şeyler de gelse, hatta kaza sonucu bir uzvunu bile kaybetse, zaman içinde, eski mutluluk seviyesine ya da ona yakın bir noktaya dönebiliyor! Bütün psikologların üzerinde fikir birliğine vardıkları üç mutluluk formülü var: Şükretmek, iyilik yapmak ve yaptığın işi sevip daha çok konsantre olmak! Şükretmek, hayattan duyduğun memnuniyeti ifade etmek, hatta bunu düzenli olarak yazmak ve söylemek, sadece insanın keyfini yerine getirmekle kalmıyor; Kaliforniya Üniversitesi'nin araştırmasına göre fiziksel sağlığı düzeltiyor, enerji seviyelerini yükseltiyor, acı ve yorgunluğu azaltıyor! İyilik yapmak, sözgelimi düzenli olarak bir huzurevini ziyaret etmek, bir komşuya yardım etmek, babaanneye mektup yazmak, mutluluk derecesini ani ve dramatik biçimde artırıyor! Ne para, ne aşk, ne güneş, nede gençlik yaptığınız işi sevip, o işe bütün konsantrasyonunuzu ve enerjinizi severek vermek de, mutluluğun formüllerinden biri Marangoz, doktor olsanız da durum böyle. O kadar araştırma, kolonoskopide ekstra 60 saniyeye katlanan denekler (!), yazışmalar, toplantılar, istatistikler. .. Psikologlar yine bize anaokulunda öğretilenlerle kutsal kitaplarda yazılanları bulmuşlar: Mutlu olmak için çalış, iyilik yap, şükret!

Gülse Birsel
hadise deli oğlan


ATATÜRK'ÜN CAN DÜNDARA SİTEMİ


Utandım çocuk,Beni anlatan bir film yapmışsın çocuk.Kızgınım, utanç içindeyim.Sana değildir kızgınlığım,Filmdeki Mustafa'dan da utanmış değilim,Başaramamışım. Bundandır utancım.Komutam altında bu vatan için kanını akıtan Mehmetlerden utandım.Özgürlük demiştim çocuk, benim karakterimdir.İlim demiştim çocuk, tek yol göstericidir.Karanlıktan korkardı demişsin benim için.Korkardım evet.Bu ulusu boğmak üzere olan karanlıktan korktum.Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadım ya.Söküp atmadım mı o karanlığı bu ülkenin üzerinden?Diktatör demişsin bir de.Hiç okumadın mı çocuk?Nerede benim nesilleri emanet ettiğim öğretmenler?Anlatmadılar mı sana?Başkomutan olarak cepheden cepheye koşarken, ülkede hala padişahlık rejimi varken ve bütün kararları tek başıma verebilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk?Böyle diktatör olur mu? Ah be çocuğum.Neden, nasıl düşman ettiler seni bana?Baktım aşktan, sevgiden, aileden bahseden güzel şeyler yazmışsın bugüne kadar.Belli iyi bir insansın. Çalışkansın, zekisin.Hacıları, hocaları anlarım da çocuk, seni anlayamıyorum.Onlar hiç sevmedi beni.Yüzyıllardır süren iktidarlarını aldım ellerinden.Kara cüppeleri ile çöktükleri milletin ümüğünden çekip aldım hepsini.Sevmeyecekler beni elbette çocuk.Peki, sen çocuk, sen neden kol kola girdin bu kara kalplilerle?
Dedim ya çocuk sana değil kızgınlığım.Başaramamışım.Anlatamamışım demek ki özgürlüğün kıymetini, Bağımsız bir ulusun, onurlu bir bireyi olmanın ne büyük bir nimet olduğunu bunca konuşmamda.Yazık olmuş be çocuk.Onca vatan evladının kanına, onca ananın gözyaşına.Veremem ki şimdi hesabı çocuk, ne o gencecik bedenlere, ne gözü yaşlı annelere.Bu muydu uğruna bizi ölüme gönderdiğin vatan derlerse, bu nesiller miydi ölü evlatlarımızın kanıyla kurduğun ülkeyi emanet ettiğin diye sorarlarsa ne derim ben onlara be çocuk?
Olmadı be çocuk olmadı...
Taner Yenidoğan // 6 Kasım 2008
Servet BASOL

20 Kasım 2008

ATATÜRK'ÜN ÇAĞDAŞLAŞMA SÜRECiNE YAPMIŞ OLDUĞU KATKILAR


Siyasal Alanda YapılanlarSaltanatın Kaldırılması (l Kasım 1922)Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla milli hakimiyete dayalı bir devlet sistemi oluşturulmuş ve bu fikre dayanılarak da 20 Ocak 1921 Anayasasında "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir," denilmiştir, l Kasım 1922 yılında çağdaşlaşma yolunda en önemli adımlardan biri atılarak saltanat resmen ortadan kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasıyla Cumhuriyetin ilanına giden yolda önemli bir adım atılmıştır. Yapılması gereken Osmanlı Devletinden sonra doğan bu yeni devlete isim koymak olacaktır. Bu devletin ismi hiç şüphe yok ki Atatürk'ün daha önceden de ifade ettiği gibi "Cumhuriyet* olacaktır. Zaten 20 Ocak 1921 Anayasasının 1.maddesinin sonunda Türkiye devletinin şekli hükümeti Cumhuriyettir," diye belirtilmiştir (EROĞLU, 1982).Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)Halifelik, 1. Dünya savaşında da anlaşılmıştır ki etkisi olmayan, sembolden öteye gitmeyen bir kurum haline dönüşmüştür. Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra halifelik kurumu tamamen anlamsız, içeriksiz bir hale dönüşmüş ve yeni kurulan devletin dayandığı temelin esasını da halk oluşturmuştur. Yeni kurulan rejimi tehdit edebilecek unsurların kaldırılması ise devletin geleceği için kaçınılmaz bir gerçeği yansıtıyordu. Sonuç olarak toplumun ihtiyaçlarını karşılayamayan devletin aleyhine dönen bu kurumun ortadan kaldırılması için cesur bir adım atılarak 3 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırılmıştır.Hukuk Alanında İnkılap HareketleriTopluma düzen veren hukuk kurallarının çağın icaplarına ve toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi, her toplumda bir gereksinimdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra ilk önce toplumun bu ihtiyaçlarıyla ilgilenilmiş ve aynı zamanda yeni kurulan devletin sağlam esaslar üzerine oturtulması sağlanmıştır. Hukukta laikleşme ve modernleşme için mecelle gibi toplumun ihtiyaçlarını karşılayamayan kanunlar yerine batının uyguladığı modern kanun sistemleri kabul edilmiş olup bunlardan bazılarını:isviçre'den Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu'nun alınması, italya'dan Ceza Kanunu'nun alınması, Almanya'dan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun alınması, icra ve iflas Kanunu'nun büyük bir kısmının 1932'de İsviçre'den alınması şeklinde sıralayabiliriz (EROGlU, 1982). Tevhidi Tedrisat Kanunu (Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi Kanunu 3 Mart 1924)Osmanlı Devletinin bütün kurumlarda olduğu gibi gerileme ve yıkılış dönemlerinde eğitim ve öğretim kuruluşları olan medreseler de amaçlarından sapmış, bunun sonucu olarak da bilimsel ilerleme kaydedememişlerdir. Milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti asıl kurtuluşun eğitimden geçtiğini idrak etmiş, Başöğretmen Atatürk'ün ve eğitim neferlerinin üstün gayretleri sonucunda 3 Mart 1924're Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılarak eğilimdeki karmaşaya son verilmiştir.Harf inkılabı (Yeni Türk Harflerinin Kabulü, l Kasım 1928)1 Kasım 1928'de Arap harfleri yerine Latin esasına dayanan harfler kabul edilmiş olup Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek Türk harfleri adı 'ile 1353 Sayılı Kanunla yeni harfler uygulama alanına konmuştur. Yeni harflerin kabulü ile okuma yazma oranının artmasına zemin hazırlanmış, diğer taraftan da teknolojide ileri olan batı ülkelerine yaklaşılması sağlanmıştır.Tarih ve Dil Alanındaki GelişmelerMustafa Kemal Atatürk milli tarihimizin ve dilimizin araştırılması ve geliştirilmesi için büyük caba sarf etmiş, kendi tarihimizin ve dilimizin yabancılardan değil bizzat Türk araştırmacı ve bilim adamları tarafından ortaya konulmasını istemiştir. Atatürk özellikle tarih araştırmasına çok büyük önem vermiştir. Bunun sebeplerini şöyle ifade etmek mümkündür:Türklerin sarı ırktan olduğuna dair dünyada yayılmış olan yanlış bilgileri çürütmek, Türklerin dünya medeniyetine büyük katkılarını delilleri İle ispat etmek, Türk toprakları üzerindeki Yunan ve Ermeni fikirlerini dünyaca ünlü ilim adamlarını da istihdam ederek çürütmek (KARAL, 1988). Tarih konusunda bu çalışmaları yürütebilmek için Gazi Mustafa Kemal'in direktifleri sonucunda 1931 yılında "Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti" kuruldu. Bu cemiyetin en önemli vazifesi bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün ifade ettiği gibi: "Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.Bu anlamda, Türk Tarih Kurumunun Türk medeniyetinin araştırılması ve genç kuşaklara aktarılması için büyük çaba sarf ettiğini ve etmekte olduğunu da, unutmamak gerekir.Bir milleti millet yapan unsurlardan birisi de dildir. Zira dil bir milletin fertlerinin yegane anlaşma vasıtasıdır. Atatürk tarih ve diğer alanlarda olduğu gibi Türk dilinin korunup geliştirilmesi ve yabancı etkilerden korunmasını istemiştir. 1932 yılında açılan "Türk Dili Tetkik Cemiyeti" bu amacı gerçekleştirmeye yönelik çalışmalarına hemen başlamıştır. Türk Dili inkılabının önemini Atatürk, Sadri Maksudi Arsal'ın "Türk Dili için" adlı eserine 1930'da şu yazıyı yazarak ortaya koymuştur;"Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk Dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır" (EROGLU,1982). Güzel Sanatlarda GelişmeSosyal hayatın bir gereği olan güzel sanatlar, insan hayatında önemli bir yer tutar. Atatürk millet hayatında sanatın yerini ve değerini şu sözlerle açıkça ifade etmiştir:"Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz... Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur."Tekke, Zaviye ve Türbelerin KapatılmasıSosyal alandaki inkılaplara mani olabilecek safsata ve hurafeleri kafalardan çıkarmak, açık fikirleri ve hür düşünceleri kafalara yerleştirmek bir mecburiyettir. Osmanlı devletinin yıkılış döneminde nasıl birçok kurum amacı dışına sapmışsa tekke ve zaviyeler de toplumun ihtiyaçlarını karşılayamadıkları gibi toplumsal faaliyetlerin dışına çıkarak kişi menfaatlerine hizmet etmeye başlamışlardı. 30 Kasım 1925 tarihli bir kanunla tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve bir takım unvanların kullanılmasının yasaklanması sağlanmıştır. Atatürk bu konudaki görüşlerini; "Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır," şeklinde ifade etmiştir (GENCER ve ÖZEL, 1994).Kıyafette Değişiklik (25 Kasım 1925)Kıyafet konusunda zaman zaman devlet adamları çeşitli nedenlerden dolayı değişiklikler yapmak zorunda kalmışlardır. Osmanlı tarihinde de II. Mahmut döneminde memur ve askerlere fes ve pantolon giydirilmesi düşüncesi, II. Abdulhamid devrinde askerlere kalpak giydirilmek istenmesi bazı ulema sınıfının tepkisine neden olmuştur. Batı medeniyetinin bir bütün olarak ele alınması,-dünyanın kabul ettiği medeni kıyafetin benimsenmesini gerekli kılıyordu. Atatürk, 24 Ağustos 1925'te Kastamonu ve inebolu seyahatleri sırasında şapka inkılâbının ilk parolasını başında taşıdığı "panama şapka" ile halka göstermiştir.25 Kasım 1925 tarihli Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaşın şapkayı giymiş olması da göstermektedir ki yapılan inkılap halk tarafından benimsenmiştir. Atatürk'ün yaptığı bu değişiklik, başlık taklidi değil hür fikir ve düşüncenin sembolü olarak kabul edilmelidir.Soyadı Kanununun Kabulü (21 Haziran 1934)Toplumda şahısların soyadlarının olmaması toplumsal ilişkilerin düzensizliğine ve toplum hayatının karışıklığına neden oluyordu. Soyadı yerine baba adı, doğum yeri, lakaplar kullanılmakta ise de soyadının yerini alması mümkün olmamıştır.21 Haziran 1934'te çıkarılan Soyadı Konunu ile her Türk'ün öz adından başka soyadı da taşıması zorunlu kılındı. Soyadı Kanununun kabulünden sonra 1934 yılında 2258 sayılı konunla TBMM tarafından Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak Gazi Mustafa Kemal Paşaya "Atatürk* soyadı verilmiştir.Takvimde Değişiklik (26 Aralık 1925)Türk milleti tarih boyunca birçok takvimler kullanmıştı. Fakat çağdaş dünya ile ilişkilerin geliştirilmesi için, Dünya Devletlerinin kullandığı takvim sistemine ihtiyaç hissedildiğinden Hicrî ve Rumî takvim kaldırılarak 26 Aralık 1925'te Miladî takvimin kullanılması ve alaturka saat yerine de milletlerarası saat usulüne geçilmesi kabul edilmiştir. 20 Mayıs 1928'de milletlerarası rakamların kullanılması kabul edilmiş ve 1935'te çıkarılan bir kanunla, hafta tatilinin cuma günü yerine pazar günü olması sağlanmıştır. Ölçülerde Değişiklik Toplumda kullanılan ağırlık ve uzunluk birimleri olan arşın, endaze, okka, çeki gibi birimler toplumun ihtiyaçlarını karşılayamadığı gibi bölgeden bölgeye de farklılıklar göstermekteydi. Uluslararası ticarete yönelen bir milletin bu birimlerden kurtulması metre ve kilo gibi bütün dünyanın kullandığı uzunluk ve ağırlık ölçülerinin kabul edilmesi bir zorunluluktu. Bu nedenle 1931 yılında bir kanun çıkarılarak ağırlık ve uzunluk birimleri değiştirilmiştir.Türk Kadın Haklarındaki Gelişmeler ATATÜRK, özgürlüklerin giderek genişlemesinde ve geriye dönüşsüz bir biçimde yerleşmesinde şu önemli etkenlerden yararlanmıştır: * Türk'ün ulusal geçmişini unutmamasını sağlamak,Gelişmiş ülkeleri örnek göstermek, Laikliği benimseterek, din ve devlet işlerini kesinlikle birbirinden ayırmak. Bu etkenlere dayanarak; Türk kadını toplumsal - ekinsel - siyasal bağlamda erkeklerle eşit bir duruma getirilmiştir.Atatürk, mükemmel bir hukuk ve ekonomi bilgisiyle yurdumuzda hukuki inkılaplara ve iktisadi atılımlara öncülük ettiği gibi, medeni bilgiler kitabının yazılmasında, I. ve II. Beş Yıllık Sanayi Planlarının hesaplanmasında ve kaleme alınmasında bizzat çalışmıştır.Atatürk devrim hareketlerinin en önemlilerinden biri de kadın hakları konusundaki gelişmelerin sağlanmasıdır. Kadın haklarını sadece tek kadınla evlenme ve miras eşitliği olarak ele almamak, bu devrimin esprisini anlamak gerekmektedir. Kadına erkekle eşit haklar tanımayan toplumlar geri kalmış toplumlardır. Kadının toplumdaki rolü bir bakıma erkeğinkinden daha önemlidir. Bu nedenle kültürü, tahsili ve bilgisi olmayan çocukların yetişmesini istemiyorsak kadına gereken önemi vermek zorunda olduğumuzu da unutmamak gerekir (ÇAĞATAY, 1988).Siyasi haklar olarak kadınlara;1930'do belediye seçimlerine katılma, 1933'te muhtarlık seçimlerine katılma, 1934'te Anayasada yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Ekonomi Alanındaki Atılımlarizmir iktisat Kongresi1923 yılında İzmir'de toplanan İzmir iktisat Kongresi, ekonominin devlet hayatındaki önemini belirterek milli egemenliğin ekonomik egemenlikle pekiştirilmesi zorunluluğunu ortaya koymuştur.İzmir iktisat Kongresinde alınan bazı kararlan şöyle sıralayabiliriz:Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirebilen sanayi dalları kurulmalıdır. Yabancıların kurdukları tekellerden kaçılmalıdır. Küçük işletmelerin süratle fabrikalara dönüştürülmesi gerekmektedir. Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir. Devlet, yavaş yavaş iktisadi, görevleri olan bir organ haline gelmelidir. Sanayinin teşviki için milli bankalar kurulmalıdır. Sendika hakkı tanınmalıdır (EROĞLU, 1982). Kabotaj Kanunu (Türk kara sularında gemi işletme hakkı), Sanayileşme, Ticaret, Ulaşım ve Bayındırlık. Sağlık Hizmetleri (2 Mayıs 1924' de Sağ. Sos. Yrd. Bakanlığının Kurulması) 1925'te sıtma, verem, trahoma, frengi ve kuduz gibi hastalıklarla mücadelenin başlatılarak sağlıklı ve güvenli bir toplum yetiştirilmesi konusunda önemli katkılar sağlanmıştır.DIŞ Siyaset"Yurttu sulh, cihanda sulh" ilkesi prensip edilmiştir

19 Kasım 2008

BOPtan BOPa


ABDnin ürünü olan BOPun yani Büyük Ortadoğu Projesinin bizimle ilgili olan ayağını bilmeyen yok.Anadolunun doğu ve güneydoğusu, batıdan ayrılıp iki devlet oluşturulacak.Biri, yumuşak laik ama dört dörtlük demokratik, hem de İslami bir devlet olacak; yani Ilımlı İslam Türk Devleti.Öteki de kısaca Kürdistan.Bölünmenin nasıl olacağını Bushun iktidar döneminde çarşaf çarşaf yayımlanan yarı resmi haritalarda gördük.En son harita geçen günlerde ABD Kongresince dünya kamuoyuna sunuldu.Daha önce yayımlanan, Türkiyenin saydığımız bölgelerine ait tam 18 kentini içine alan bir Kürdistan haritası benzeri.Baba Bush, BOPu bu boyutta tanıtıp yaygınlaştıramamış tı. Ama oğul Bush bu işin hakkından geldi.Aslında George W. Bush, Batının yaklaşık 200 yıllık düşünü de gerçekleştirme yolunda yürümüş oluyordu.Günümüz BOPunun -özellikle bizim için düzenlenen bölümüne- bir benzerini 200 yıl önce Fransa da tasarlamıştı.Bu tasarıma, çağrışımla, Napolyon BOP da denebilir bir bakıma.Bu projeye göre, Osmanlı İmparatorluğu iki devlete bölünecektir. Biri Osmanlı Hanedanı yönetimindeki teokratik devlet ki, başkenti Bağdat olacaktır.Öteki ise İmparatorluğun, Avrupa kıtasındaki toprakları üzerinde kurulacaktır. Başkent olarak İstanbul seçilmiştir. Böylece Anadoluya da sarkan Hıristiyan bir devlet oluşturuluyor ve Fransanın korumasına bırakılıyordu.Oysa Napolyon, Osmanlı Padişahı 3. Selimin sıkı bir dostudur.Öyle ki Selim, Avrupa hükümdarları arasında padişah rütbesine denk rütbede olmak üzere yalnızca Napolyonun imparator olarak tanınmasını buyurmuştur.Ayrıca Napolyon, İtalyayı alınca Fransa, Osmanlının komşusu da oluvermiştir.Üstelik; Osmanlı ordusuna Fransa her türlü yardımı yapmaktadır. Yeni orduyu Fransız subayları yetiştirmekte, strateji öğretmektedir. Dolayısıyla Fransa stratejik bir ortak olarak da algılanmaktadı r.Proje uygulanamaz. Çünkü Napolyon Avrupada kasırga gibi estikten sonra çekilir.Ortadoğunun petrol kokusunu artık iyice duyan İngil-tere yeni BOPçu olarak sahne alır.Ve İngiliz BOPu ortaklarıyla birlikte Sevre varır. Ama bu sırada BOPun 20. yüzyıl dönemi için adımlar da atılır. Sevre göre Anadoluda kurulacak, Ermenistanın, Kürdistanın sınırlarını çizme onuru (!) dönemin ABD Başkanı Wilsona verilir.Ne var ki Mustafa Kemal, Wilsonun bu onuru yaşayıp, keyiflenmesine kesinlikle izin vermez. Anadolunun Ulusal Ant sınırları içinde yine Türkiyenin olmasını sağlar.Ama, 20. yüzyılın petrol kokulu BOPçusunun artık ABD olacağı da belli olur. Yüzyıl sonlarında ise bütünüyle ABD damgasını yiyen BOPun sınırları da oldukça genişler.21. yüzyılda Bushların BOPu doruklarda gezinir. Bu sırada Türkiye ABDnin stratejik ortağıdır. Ordusuna uzun süredir ABDnin yardım eli değmektedir. Irakı işgal eden ABD ile de komşu olmuştur. Dahası bugün Türkiyeyi yöneten iktidar ABDden icazet alarak işbaşı yapmıştır.Kısacası, Selim ve Napolyon yakınlığını anımsatır biçimde, Bushla Erdoğan, hatta Bayan Laura ile Emine Hanım sarmaş dolaştırlar.Ne ki bütün bunlara karşın Bush, atası Wilsonun düş-ünü gerçekleştirecektir. Onun tatmadığı keyfi tadacak, Anadoluya yayılan bir Kürdistanın sınırlarını çizip haritayı askerlerinin ceplerine koydurtacaktı r.Bu haritanın yukarıda dile getirdiğimiz son biçimi ise Obamanın önündedir.Kısaca söylersek Obama BOP gündemdedir.Seçim bildirgesinde bunu, Türkiye ile stratejik ortaklığın restore edilmesinden söz ederek bir bakıma belirtmiştir.Dünyamızın coşkuyla kucakladığı kara derili bu yeni İsası demek ki bizi de düşünmüş. Acaba bu son harita ile Kürdistan düşü için ayırdıkları kentimizin sayısını 15e mi indirecek dersiniz?Yoksa, Vanın Çavuştepe köylüleri boşuna mı 44 (!) kurbanla kutladılar Obama

MERİÇ VELİDEDEOĞLU
".·:*¨¨*:·.®UNAWAY.·: *¨¨*:·."
.

BİR KADINI AĞLATMAK



BİR KADINI AĞLATMAK

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında.
Kadınlar her şeye ağlayabilir;
bir filme, bir şarkıya, bir yazıya...
En az erkekler kadar yani!


Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur.
Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa,
ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.

Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan,
gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!
-İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının.
Yutkunamaz, nefes alamaz;
çünkü o koca yumruk canını çok acıtır.
Gözleri buğulanır kadının sonra

Ağlamayacağım, der içinden.
Ama engel olamaz işte.
Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri
ve iğneler saplamaktadır..


Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın.
İnce ince süzülür yaşlar gözünden;
önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli...
Ve kadın ağlar; hem de çok!
Sanmayın ki gidene ağlar kadın!


Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan
orada bıraktığı yaradır.
O yaranın hiç kapanmayacağını,
kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın;
o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz,
ağlamak kadınları olgunlaştırır.


Her damla, daha çok kadın yapar kadınları.
Her damla bir derstir çünkü.
Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan,

ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler.
Bilmediklerindendir böyle demeleri.


Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.
İçlerindeki zehirdir onları öldüren!
Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar,
o irini temizlerler yaralarındaki!
Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse;
iltihaba dönüşür yaraları.



Dönüşmemesi lazımdır oysa.
O yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra.
Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler.
Umarım öğrenirler,
yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini.
Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir.
Bunu bilir kadınlar,
o yüzden eninde sonunda öğrenirler;
kendilerine sarılmayı...

Çok ağlayan kadınlar,
bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında.
Her damla olgunlaştırır kadınları
evet ama olgunlaştıkça

o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür.
Küçüldükçe değerini yitirir
ve işte o zaman kendilerine sarılıp,
yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman
neden bu kadar çok bekar kadın var diye;
hepsi kariyer derdinde olan.
Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki,
o kadar çok ağladılar ki!
Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar,
o yüzden kendilerine sarılıyorlar.



Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi;
hem de hiçbir zaman!
Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.
E.. o zaman niye sarılsınlar ki!

Niye sarılalım ki!


Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa
bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki,

gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.



O da kim,
ne diye sormayın artık.
Çok ağlayan kadınlar,
eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

".·:*¨¨*:·.®UNAWAY.·: *¨¨*:·."

18 Kasım 2008

Fast fooddan sakınmak için 10 öğüt


1. Yemek yemeye ayıracağınız zamanı kaybedilmiş zaman saymayın. Yemek zamanı, sadece beslenme saatiniz değil, hayattan bir keyif almak için kendinize ayıracağınız zamandır.

2. Mümkün olduğunca dostlarınız, sevdikleriniz ile birlikte yemek yiyin; yemeğe sohbetin de tadını katın. (Buna bir fast food restoranında pek izin verilmez.)

3. Evde yemek pişirilmesini ve ailenin sofrada bir araya gelmesini teşvik edin. Yemek pişirene aile için çok değerli bir şey yaptığını hissettirin. Aile sofrasını çekici hale getirin.

4. Hiç değilse haftada veya onbeş günde bir ailece bir geleneksel lokantaya gidin veya evde alışılmışın dışında bir mönü hazırlayın; o gününüz sadece bu yemekten dolayı "özel" olsun.

5. Öğle yemeklerinde ev dışında iseniz, her gün aynı şeyi yemeyin. (Bu aynı şey, sadece hamburger değil, ekmek arası döner, pizza, lahmacun da olabilir.) Çevrenizdeki lokantaları, kafeleri, büfeleri öğrenin; değişik lezzetler arayın. Arada bir evden iş yerinize yemek getirmekten yüksünmeyin. (Bunun için size bir sefertası gerekebilir. Sefertası taşımak, hafife alınacak bir durum değildir. Çocuğunuz için beslenme çantası ne kadar normal ise, sizin için de sefertası o kadar normaldir.)

6. Çocuğunuzun beslenme çantasına evde hazırlanmış yiyecekler koymaya gayret edin. (Çocukların fast food bağımlısı olmaması için, veliler ile okul yönetimlerinin iş birliği çok önemlidir. Beslenme saatleri bu iş birliği için iyi bir zemin olur.)

7. Çocukları fast food restoranlarını n çekim alanından uzak tutmaya çalışın; ama, baskıcı, yasakçı değil, alternatif gösterici, geliştirici olun. Fast food bağımlısı olmuş erişkinler için yapabileceğiniz en iyi şey, onlara "afiyet olsun" yerine "kaloriniz, yağınız, tuzunuz, kolesterolünüz bol olsun" demektir.

8. Fast food restoranlarında satılan köftemsi yiyeceklerin içinde ne olduğunu ve Dünya'nın her tarafına yayılmış, gittikçe çoğalan bu restoranların her yerde, her zaman aynı olan mönüleri için bunca etin, patatesin, diğer gıda maddelerinin nasıl tedarik edildiğini öğrenmeye çalışın. Tam olarak öğrenemeseniz de, elde edeceğiniz ip uçları, canınızı sıkmaya yeter.

9. Bir fast food restoranına gitmek zorunda kalırsanız, kendi kendinize keyifli bir yemek için orada bulunduğunuzu telkin ederek, atmosferi, nesneleri ve olup biteni iyice gözlemleyin. ınsanların ileri derecede rasyonelleştirilmiş bir sistem içinde otomatik bir tüketim makinası gibi hareket ettiklerini farkedeceksiniz. (Bunun sizi rahatsız edeceğini umuyoruz. Ama, rahatsız olmasanız da, zaten kısa bir süre sonra sistem tarafından rahatsız edileceksiniz. Fast food kurmayları, restorana girişinizden azamî yedi dakika sonra çıkış kapısının kolunu tutmuş olmanızı ideal durum olarak belirlemişlerdir.

10. Fast food sisteminin esasını kavramaya çalışın. Bu sistemin fast food restoranları dışında da hayatımızı dört bir yandan kuşattığını, benliğimizi sınırlandırdığını, haz alma duyumuzu körelttiğini, bizi bütün Dünya için biçilmiş insanîlikten uzak bir hayat tarzına sürüklediğini göreceksiniz. Tekdüzelik size göre değilse, bir makina gibi ömür tüketmek değil, insanca haz alarak yaşamak istiyorsanız, bu sisteme ayak direyin.