
ASKER UĞURLAMA
Askere gidecek
olan genç askere gitmeden önce akrabaları ve eşi dostu ziyaret ederek helallik
ister. Ziyaret ettiği kişilerde ziyarete gelen gence bir miktar harçlık verir.
Bazı yörelerde askere giden gence kına yakılır. Birçok yöremizde askere gidecek
genç davul zurna eşliğinde, otogar, hava limanı veya tren garına kadar eşlik
edilir. Askere gidecek olan gencin üstüne Türk bayrağı bağlanır. Araca binmeden
önce büyüklerini elini öper. Arkadaşları da askere gidecek olan genci havaya
atarak en büyük asker bizim asker sözleri ile uğurlarlar.
DOĞUM ADETLERİ
Doğum Adetleri
Antakya’da çok eskiden doğum olayına aile büyükleri ile yakın akraba büyükleri
çağrılır. Burada amaç, doğum yapacak anne adayının cesaret ve kuvvetini
arttırmak için dualar okuyarak destek vermektir. Şimdi doğumlar doğumevi ya da
özel hastanelerde yapılıyor. Eskiden
doğum evde, köyde ebelik yapan kadınlara yaptırılırdı. Şimdi ise bu işi
devletin atadığı ebeler yapıyor. Doğan
bebek erkek ise hemen babaya haber verilir ve kulaklar çekilirmiş. Evi de sokak
kapısı üzerinde avluya taş atılırmış (Bu olaya ‘ev taşlama’ deniliyor).
Taşlayanlara lokum ve şeker dağıtılırmış. Köy gençlerine bir toklu (koç) hediye
edilir, gençler de bu koçu istedikleri yerde kesip kavurma yapıp yermiş.
Doğumda hediye olayı yokmuş. Yalnız bebeğin dişi çıkınca hedik yapılıp evlere
tabaklarla dağıtılır, tabağa para veya bir şeyler konup kutlanırmış. Şimdi
isteyen mevlit okutuyor ve hemen hemen tüm akrabalar bebeğe takı veya başka
türlü bir hediye alıyor. Antakya’da doğumun 7. günü kurban kesilir ve akraba, yakın
dostlara yemek verilir. Mevlit okutulur. Gelenler takılarını ve hediyelerini
bebeğin yatağına bırakır. Tebrik, belirlenen gün sayısınca (3-5 gün) kabul
edilir. Mevlide gelmeyenler hediyelerini tebriğe geldikleri zaman getirir.
Anneanne bebeğe gerekli olan bütün eşyayı hazırlar. Babaanne karyola ve yatağı
istenilen bebek eşyasını hazırlar. Bunlar tebriğin kabul edildiği odada
sergilenerek teşhir edilir. Anne 40 güne kadar “Kırklı” sayılır. Doğum yapan
anne eskiden 40 gün boyunca evden çıkmazmış. Çünkü tebrik için belli bir gün
sayısı yokmuş. Tebrikte eskiden olduğu gibi şimdi de “loğusa şerbeti” ikram
ediliyordu (Şerbet, bazı baharatlar kaynatılıp fincana konduktan sonra dövülmüş
ceviz koyarak hazırlanırdı). Yedinci, kırkıncı gün anne ve çocuğu içine defne
yaprakları konarak güzel kokması sağlanır ve ılık su ile yıkanarak kırklanır.
Kırklanan kadın artık normal yaşama dönüyor demektir. Anne ve bebeğinin
“tetanoz” olmasına “al basması” denir. “Al” denilen imgesel bir varlığın
hastanın ciğerlerini alıp götürdüğüne, bu yüzden o kişinin öldüğüne inanılır.
“Al”ın aldığı ciğerleri geri getirerek hastayı iyileştirmesi için tütsü
yapılır, dua edilir. Doğum yapan anneyi
ve bebeğini “al” almasın diye yastıkların altına bıçak, ustura ve makas konur.
Çocuğun çıkardığı ilk dişi gören, çocuğa bir hediye alır. İlk kez diş çıkaran
çocuk için “hedik” (kaynatılmış buğday, bulgur, mısır vb. şeyler) kaynatılır.
Kaynatılan hedik komşu ve akrabalarla birlikte o gece yenir. Hedik, kaynatılmış
buğday ve mısırdan oluşur ve üzerine susam serpilir. Çocuğu yaşamayan aileler
yeni doğan çocuklarına Dursun, Durmuş, Yaşar, Yaşasın gibi adlar koyar. Oğlu
olmayan aileler kızlarına Döne, Döndü gibi adlar koyar. Böylece erkek çocuğu
olacağına inanılır. Erkek çocuk doğurmayan kadınlar haksız yere suçlanır.
Kısırlığı gidermek için hocaya, yatırlara gidilir. Kocakarı ilaçlarına
başvurulur. Muskalar yazılır. Kadınlar arasında buğuya, kızgın kiremite ve taşa
oturma yaygındır. Kimi yerlerde de kireç vurulur. Çocuğun cinsiyetine ait boş
inançlar yaygındır. Gebe kadının sağ yanı sol yanına göre ağırsa erkek; sol
yanı ağır, karnı yayvan, yüz lekelenmiş, göğüs uçları kararmışsa kız olacağına
inanılır. Ayrıca anne güzelleşmişse kız, çirkinleşmişse erkek olacağına
inanılır. Karnın çatallaşması ise ikiz çocuğa yorumlanır. Ayrıca gebe kadının
yedikleriyle doğacak çocuğun özellikleri arasında bağlantı kurulur. Gebe kadın
tavuk eti yerse bebeğin göğsünün çıkıntılı olacağına, nar yerse dişlerinin nar
tanelerine benzeyeceğine, şeftali yerse yanaklarının tüylü olacağına, yemlik
yerse saçlarını uzun ve gür olacağına inanılırdı. Gebe kadın düşünde at, camız
görmüşse çocuğun öleceğine inanılır. Bunun için hocalara “tebe kağıdı” adı
verilen bir muska yazdırılır. Gebe kadın çirkine bakarsa çocuğu çirkin, güzele
ve aya bakarsa çocuğun güzel ve sağlıklı olacağına inanılır. Küçük çocuklar
hastalandığında kurşun dökülür. Hasta çocuğun başına kalbur geçirilir. Ateşte
eritilen kurşun su dolu kaba akıtılarak aldığı biçim yorumlanır. Çocuğun
saçlarını uzatıp yatırlara adak adama geleneğine de yaygındır. Doğum odasına
kimse alınmaz. Özellikle düşük yapmış ve çocuğu olmayan kadınlar içeri alı Gebe
kadın güzel bir çocuk görüp yutkunursa doğacak bebeğin o çocuğa benzeyeceğine
inanılır. Gebe kadın çok yeşillik yerse doğacak bebeğin gözleri renkli
olacağına inanılır. Siyah zeytin yerse çocuğun gözleri siyah renkli olacağına
inanılır.
EVLENME GELENEĞİ
Evlenmelerde,
toplumsal konum, geçim düzeyi ve etnik, mezhepsel ve dinsel farklılıklar
belirleyici etkenler arasındadır. Antakya, İskenderun gibi merkezlerde bu
anlayış büyük ölçüde değişmekle beraber, öbür ilçeler ve kırsal kesimde
etkisini sürdürmektedir. Genelde “görücü usulü” yaygındır. Görücü gidilen kızın
yanında, ailesinin de özellikleri soruşturulur. Olumlu sonuç alınırsa, babası,
birkaç kişi ile kızı istemeye “Dünürlüğe” gider. Bu “Söz Kesimi” anlamındadır
ve o sırada nişan-düğün tarihleri çeyiz, başlık gibi konular konuşulur ve bir
karara bağlanır. Başlık, Antakya’da “Hak”, Reyhanlı’da “Kan Parası”,
Samandağ’da “Besleme Hakkı” diye adlandırılır. Nişan hazırlığı Tatlıdan münasip
bir süre sonra oğlan evi nişan gününü belirlemek üzere kız evine gider.
Nişan günü iki
tarafın da hazırlıklarını tamamlayacağı bir süre sonrasına ve genellikle
cumartesi, pazar gününe denk getirilir. Nişandan on beş gün önce davetiyeler
bastırılır. Nişana çağrılacakların listesi hazırlanır, davetiyeler yazılır.
Dağıtılmaya başlanır. Oğlan tarafı, kızı şehre getirerek elbise, ayakkabı,
çamaşır, nişan yüzüğü, kızın babasına gömlek, annesine elbise alınır. Oğlana da
kız evi tarafından elbise, gömlek, ayakkabı ve çamaşır, oğlan babasına gömlek,
annesine elbiselik, oğlana nişan yüzüğü alır. Oğlanın kız kardeşleri varsa
bunlara da elbise alınır, erkek kardeşi varsa gömlek alınır. Bu hediyeler kız
tarafınca nişan sonrası oğlan evine gidildiğinde götürülür. Nişan on yıl
öncesine kadar kız evinde yapılırken, şimdi oğlan tarafının belirlediği yerde,
salon veya okul bahçesinde yapılıyor. Kadın-erkek eğlenilir. Kimi yerlerde ise
mevlit okutulur.
Düğün günleri
ekseriyetle mahsül (ürün) sonuna denk getirilir. Bu da tarlası, bağ bahçesi
olanları için geçerlidir. Mesela “düğünümüzü pamuktan ya da buğdaydan sonra
yapacağız” vb. gibi konuşmalar bu yörede oldukça yaygındır. Kentlerde nikâh
çağrısı, kasabalarda ise “Okuntu” gönderilir. İskenderun’da “Maşta” denen
kadın, kapı kapı gezerek düğüne davet eder. Düğünden bir gece önce kına gecesi
yapılır. Aynı gün gündüz gelin hamamı yapılır. Düğün günü kız evinde yüksek bir
ağaca bayrak çekilir. Kına gecesi, kız evine getirilen çeyiz, kız evininkiyle
birlikte oğlan evine gönderilir. Gelin odasında sergilenir. Ertesi gün düğün
alayı gelini almaya gelir. İkindiye doğru, gelin arabaya bindirilir. Anası ve
kız kardeşi de yanında oturur. Alay, gelin arabasının arkasından gelir. Gelinin
yeni gireceği evin kapısına “eve bağlı olsun diye bir topak hamur”
yapıştırılır. Düğünü iki bayram arasına getirmemeye oldukça dikkat ederler. Bu
da yöre insanımızın inanışından kaynaklanıyor.
ÖLÜM GELENEĞİ
Ölüm olayı
olduğu zaman önce camilerle sela verilir. Selada ölenin kimliği, gömüleceği yer
bildirilir. Cenaze dini törenle defnedilmek üzere hazırlanır. Ölen şahıs erkek
ise imam yıkar, bayan ise cenazeyi yıkamayı bilen bir bayan yıkar. Sonra
kefenlenir, tabuta konur. Erkekler gelip cenazeyi camiye götürürler. Camide
cenaze namazı kılınır. Namazdan sonra mezarlığa götürülür. Mezarlıkta cenazenin
yakınları cenazeyi toprağa verir. Hocanın dini telkinlerinden sonra ailede en
yaşlılar başta olmak üzere taziye kabul etmek için sıraya girerler. Herkes
gittikten sonra aile büyükleri birbirlerine taziye dilerler. Mezarlıktan sonra
eve gidilir. Eve gittikten sonra yedi gün yas tutulur. Yedi gün evde yemek
pişmez. Akrabalar ve komşular yemek yapıp cenaze evine getirirler. Üçüncü gün
mevlüt okunur, gelen misafirlere helva dağıtılır. Yedinci gün cenaze sahipleri
kurban kesip yemek yaparlar. Akrabalar, tanıdıklar çağrılır, mevlüt okunur.
Yedi güne kadar erkekler banyo yapmaz, sakal kesmezler. Mevlütten sonra sakal
kesip, banyo yaparlar. Yedi gün boyunca sabah güneş doğmadan mezara gidilir.
Yedinci günden sonra cenaze evinde yas kalkar. Cenaze sahiplerinin yaşamları
normale döner. Cenazenin toprağa verilişinin kırkıncı günü ve elli ikinci günü
mevlüt okunur. Elli ikinci günde okunan mevlütün amacı cenazenin etinin
kemiğinden ayrıldığı gece olduğu içindir. Et kemikten ayrılırken onun acı
çekmemesi için mevlüt okunur. Bayramlarda mezarlar ziyaret edilir. Kurban
Bayramında ailenin durumu iyi ise bayramdan bir gün önce arefe günü kurban
kesilir. Buna arefelik denir ve yedi yıl yedi kurban kesilir.
SÜNNET DÜĞÜNÜ İLE İLGİLİ ADETLER
Sünnet olacak
çocuğa ailenin sosyal yapısına göre bir kirve bulunarak başlanır. Kirvenin aile
içindeki konumu çok önemlidir. Kirve artık aileden biridir. Sünnet tarihi
belirlenmeden önce sünnetin düğünle mi, yoksa mevlüt okunarak mı, yoksa sade
bir törenle mi yapılacağı kararlaştırılır. Ona göre dosta, akrabaya haber
verilir. Davetiye (okuntu) gönderilir. Bu davetiye türü, ailenin gelir düzeyine
uygun olur. Kimi aileler mendil, kumaş, gömlek, çorap dağıtır. Kimi aileler ise
matbaada bastırılan davetiye gönderirler. Çocuğun sünnet elbisesini kirve alır.
Diğer tören masraflarının bir bölümünü de karşılar. Sünnet olacak çocuğa
törenden bir gün önce sünnet elbisesi giydirilir, çevrede gezilecek yerlere
götürülerek gezdirilir. Sünnet olmadan önce düğünlerdeki gibi kına gecesi
yapılır. Sünnet günü evde çok çeşitli yöresel yemekler yapılır. Bunlardan en
önemlisi “Dövme”dir. Dövme değirmende özel çekilmiş buğday ve et ile yapılan
bir yemektir. Sünneti yapan kişiler Kırıkhan, Antakya, Reyhanlı yörelerinde
oturan belirli kişilerdir. Sünnetçilik bu kişilerin baba mesleğidir. Sünnet
düğününde davullar çalınır, halaylar çekilir. Mevlit ile yapılan sünnette
mevlit okunur ve sonra sünnet töreni icra edilir. Kirve çocuğu kucağına alır
sünnet yaptırır. Çocuğu yatağa yatırır. Davetliler hediyelerini çocuğa verir.
Kirve aileden biridir. Onun kızı alınmaz, onun oğluna kız verilmez. Çünkü artık
bir amca, kardeş, dayı gibidir. Kirvelik Kırıkhan’da çok yaygındır.
İlçede yaşayan bütün inanç gruplarının sevinçlerini, acılarını,
bayramlarını paylaşan başkan Nehir; Hıdrellez kutlamalarında belediye
zabıtasını ve personelini görevlendirerek vatandaşlara bayram kutlamalarında
kolaylık sağlanması için gerekli tedbirler alınmasını sağladı. Zabıta ve
personel tarafından çiçek, su dağıtılarak halkın bayramı kutlandı. Zabıtalar
vatandaşların rahatça Hz. Hıdır makamı çevresinde dolaşıp ibadetlerini
yapabilmesi için çevrede gerekli tedbirleri alarak kolaylık sağladılar.
Hatay’ın ve Türkiye’nin her tarafından gelen vatandaşlar Hz.
Hıdır ziyareti çevresinde gerçekleşen çalışmaları takdirle karşıladıklarını
ifade ederek; Samandağ Belediyesine ilgilerinden dolayı teşekkür ettiler. Halk
arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8
Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6
Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır.
Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı
anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır.
Hızır karaların ve suyun, İlyas ise suların hâkimidir ve
ikisi bir araya geldiğinde doğadaki her şeye güçlerinin yeteceğine inanılır.
Hıdırellez sözcüğünün de “Hızır” ve “İlyas” sözcüklerinin birlikte
söylenmesiyle halk diline yerleştiği düşünülmektedir.
HIDIRELLEZ GECESİNDE NELER YAPILIR?
5 Mayıs akşamı; yiyecek kaplarının, para keselerinin ağzı
açık bırakılır. Dilekler kırmızı kurdelelerle gül ağacına bağlanır. Dileklerin
bozuk para ile kese içine konup gül ağacına bağlanma geleneği de vardır. Ev,
bağ, bahçe isteyen kişiler bunların maketini gül ağacının altına bırakır ve
Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanır. Bazı yerlerde ateş yakıp dilek
dileyerek bu ateşin üzerinden atlama geleneği de vardır. Kimi yerlerde dilek
ertesi gün ağaçtan alınarak suya bırakılır.
KISMET İÇİN;
Evlenmek isteyen kızlar gelin maketi yapar ve gül dalına
asarsa evleneceği kişiyi rüyasında görür. Bunun için yatmadan önce tuzlu
yiyecekler yiyip su içmeden yatmak da gelenektendir. Rüyada kendilerine altın
tastan su veren kişinin koca adayı olduğuna inanılır. Evlenmekte gecikmiş olanların
başında kilit açtırılır.
ŞANS İÇİN;
Anadolu’nun bazı yörelerinde 5 Mayıs gecesi kapının önüne
süt dolu bir tas konur. Bu süt yoğurda dönüşürse evin bereketinin artacağına
inanılır. Boyları eşit iki yeşil soğandan birine siyah diğerine beyaz ip
bağlanır. Ertesi gün beyaz ip bağlanan soğan büyümüşse yılın uğurlu geçeceğine,
siyah ipli olan daha çok büyümüşse yılın çileli geçeceğine inanılır.
HIDIRELLEZ NERELERDE KUTLANIR?
Kutlamalar genellikle yeşillik, ağaçlık alanlarda, su
kenarlarında ya da yatır veya türbelerin yanında yapılır. Bu gibi yerlere
Hıdırlık da denir. Hıdırellez’de, baharın taze bitkilerini ve taze kuzunun
etini ya da ciğerini yeme âdeti vardır. Bunun şifa vereceğine inanılır.
Hatay Mutfağının Karakteristlik Özellikleri
Antakya mutfağının tipik özelliklerine baktığımızda kendine
has özeliklerinin yanında çevre mutfaklarından etkilendiği ve aynı şekilde bu
mutfakları da etkileyebildiği görülmektedir.
Tipik bir Akdeniz mutfağında kullanılan malzemelerin tümünü
kullanır. Örneğin baklagiller ve tahıllar sıkça kullanılır. Zeytinyağı ve
tereyağı yemeklerde kullanılan yağların başında gelir. Bunun yanında kuyruk
yağı ve iç yağı da yemeklerde kullanıldığı gibi bunların karışımları da
kullanılmıştır. Örnek olarak iç yağı ve tereyağı ikilisini kurabiyelerde
kullanarak gevreklik sağlamış, zeytinyağı ile tereyağını karıştırmak suretiyle
(Kaytaz böreği) tereyağında tasarruf sağlamaya çalışmıştır. Kuyruk yağının
kullanımının Antakya mutfağına büyük ihtimalle Orta Asya mutfağından girmiş
olduğu kanısındayım. Çünkü bu mutfaklardaki yemeklerin çok yakın tariflerle
mutfağımızda yaşadığını görmekteyiz (Hamis, Karışık Ciğer, Kavurma). Antakya
mutfağı çok kültürlere ev sahipliği yapmış bir mutfak olarak beğendiği
tarifleri kendi tat ve damak zevkine uygun hale getirip mutfağına monte
edebilmiştir. Böylece farklı mutfak kültürlerine hiçbir zaman kapalı kalmamış,
aynı zamanda geleneksel ve yenilenen bir mutfak olmayı başarmıştır.
Antakya mutfağı tatlıları, ekşileri, etleri, hamurları,
sarmaları, dolmaları, reçelleri, ekmekleri, peynirleri, çorbaları, soğuk ve
sıcak yemekleri ile hatırı sayılan bir mutfak. Bir mutfak olabilmenin en önemli
etkenlerden biri özgün ve çok reçetelere sahip olması gerekliliğidir. Antakya
mutfağında 400’ü aşkın yemek tarifinden 200’ünün özgün yemek reçetelerini
ihtiva etmesinin yanında, 40’a yakın unutulmuş reçetelerinin de olması, hatırı
sayılır bir mutfak boyutunda olduğunu gösterir. Osmanlı mutfağında 315 yemek
tarifinin olması dikkate alındığında Antakya mutfağının önemini görmek
mümkündür.
Antakya mutfağında fakir mutfağı, zengin mutfağı ayrımı
mevcut olup, bu iç içe yaşayan mutfaklarda aynı yemek reçeteleri farklı
şekillerde uygulanabilmektedir. Antakya mutfağında gelenekler, yemeklerin yenme
ve sunma özelliklerini de beraber getirir. Hangi yemek hangi yemekle yenilir
veya sunulması gerekir. Bu tür ikililer oluşturan yaklaşık 43 tür yemek
görmekteyiz. (Geniş bilgi Antakya mutfağında ikiler bölümü).
Antakya mutfağının yemek reçetelerinde yaşam tarzını görmek
mümkündür. Bu mutfağa baktığımızda gelin-kaynana ilişkisini, ataerkil bir aile
yapısını görebiliriz. Ayrıca muhafazakar aile yapısından dolayı kadınlarla
erkekler arasındaki sevgi ilişkisi hiçbir zaman ulu orta olmadığından, kadın
sevgisini yaptığı yemeklerle, sunumlarla ifade eder. Genç kız evlenene kadar
sıkı bir yemek öğrenimi altındadır. Hatta bu öğrenim küçük yaşlarda, analı kız
yemeğinde görüldüğü gibi mutfağa ve yemek yapımına hazırlık dönemidir.
Antakya mutfağında 2000 yıllık, 1500 yıllık, 1000 yıllık,
800 yıllık, 500 yıllık, 200 yıllık, 100 yıllık yemekler mevcut olup, bu
yemeklerin orjinaliteleri ağız tadına ve kullandığı malzemeye uygun olduğundan
tariflerini değiştirmeden günümüze taşıyabilen bir mutfak… (Örnek: Böbrek
Dolması 3. yüzyıl., Isbangi 11. yüzyıl, Tüffahiye 13. yüzyıl, Pazı Yoğurtlama
15. yüzyıl, Asma Kabak Bastısı 16. yüzyıl gibi)
Antakya mutfağı günümüzün Fast Food denilen ve hareket
halinde yemek ihtiyacını karşılamak isteyenlere hizmet eden bir mutfak aynı
zamanda. Bu konuda da hatırı sayılacak kadar yemek çeşidine sahiptir. (Biberli
ekmek, yumurta öccesi, bezirgân kebabı, zengin, simit, ayran).
Antakya mutfağı otlardan taze iken yaptığı yemeklerin
dışında otları, sebzeleri, kurutmasını bilmiş ve bu ürünlerden içecekler,
yemekler, tat vericiler olarak faydalanabilmiştir. (Bu konu Antakya mutfağında
kurutulmuş yiyecekler bölümünde daha geniş bir şekilde açıklanacaktır.)
Antakya mutfağının lezzet yaratmadaki mahareti övülmeye
değer. Aynı malzemeyi birbirinden ilintisiz reçetelerde kullanmak suretiyle
farklı tatlar yaratabilmektedir. Buna örnek olarak Sumak‘ı gösterebiliriz.
Herisede, soğanda, közlenmiş biberde kullanmak suretiyle farklı tatları
yakalayabilmektedir.
Yine bu mutfak her mevsimde kullanabileceği malzemeler
bulmuştur. Turunç suyu, Koruk suyu, Semiz otu, sakız murcu gibi.
Antakya mutfağı pişirme açısından incelenmeğe değer
mutfaklardan biri. Her türlü ısı enerjisini ve bu ısıyı çıkartan malzemeleri
kullanmıştır. Kömür, Odun, Çırpı, Elektirik, Köz, Kor ateşi, Haşlama, Kızartma,
Buğulama yöntemleri ile taş fırından, tandırdan ve sacdan da faydalanarak pişirme
işlemlerini sağlamıştır.
Antakya mutfağında malzeme kullanımı uyumludur. Lezzet
yaratmada birbirini tamamlayıcı öğeler olarak kullanılır. Örneğin: Tahin-Humus,
Tahin-Maydanoz, Süzme Yoğurt,
Ceviz-Biber v.s. Tatlılarının özgün reçetelerinde değişiklik hemen hemen yoktur.
Kabak tatlısı, Künefe, Taş kadayıf, Paluza, peynir helvası gibi.
Unutulmuş onlarca yemeğinin mevcudiyeti, yemek şiirleri,
mitolojik yemek hikayeleri, yemek tasvir mozaikleri, kullandığı kaplar, aynı
yemeğin farklı biçimlerde görülmesine imkan veren ve birlikte yanyana yaşayan
farklı kültürleri yansıtan bir mutfak. Bir oruk yemeğinin Hıristiyan kültüründe
yapıldığında biçim, boyut ve iç malzeme bakımından Müslüman topluluğundan
farklı olduğu gözlenir. Bu boyut müslüman toplum içindeki alevi, sünni
toplulukta da, Herise yemeğinde olduğu gibi aynı yemeğin farklı malzemelerle
sunulduğu gözlenir.
Hatay’da Oynanan 5 Yöresel Halk Dansı
Hatay yöresel dansları hal oyunları kapsamında
değerlendirilen oyunlardandır. Geçmişte sıklıkla oynanan danslar halen, halk
oyunları ekiplerince yapılmaktadır. Bu sayede şehrin geçmişi ile olan
bağlantısı sıkı tutulmaktadır. Farklı kültürlere ev sahipliği yapan Hatay’da
pek çok farklı dans türü de yer almaktadır. Sizler için en öne çıkan 5 dans türünü
ve özelliklerini derledik.
Aspura
Aspura, dans olarak Çerkezlerin daha çok bildiği ritimlere
sahiptir. Hatay yöresel danslarından biri olan aspura şehrin Reyhanlı ilçesinde
halen oynanmaktadır. Ancak halkın dans tiplerine farklı isimler vermesi
sonrasında aspura ismi yabancılaşmıştır. Yine de genellikle ayak hareketlerinin
ön planda olduğu bu oyun pek çok Hataylı tarafından oynanmaktadır.
Dokuz Ayak
Dokuz Ayak, Hatay halk oyunları kapsamında kendine yer
bulmuştur. Oyun, halay biçiminde oynanmaktadır. Yörede dokuz buçuk olarak da
isim alan dokuz ayak, özellikle kutlamalarda sıklıkla oynamaktadır. Bununla
birlikte düğünlerde ve nişanlarda da dokuz ayak oynandığı bilinmektedir.
Garibin Ayağı
Hatay’da oynanan oyunlardan biri olan “Garibin Ayağı” kızlı
erkekli gruplar tarafından sergilenmektedir. En önemli oyunlar arasında
gösterilen Garibin Ayağı, yörede ilköğretim okullarındaki gösterilerde de
sergilenmektedir. Yöresel kıyafetler ile oynanan oyun, ayakların ve el
hareketlerinin uyumu sayesinde görsel bir şölen yaratmaktadır. Üstelik oyun
içerisindeki müzik, yer yer hareketlenen ezgileri sayesinde kulaklara da hitap
edebilmektedir.
Koyser
Yöre oyunlarından biri olan koyser, geçmişten günümüze Hatay
ilinde oynanmaktadır. Kına gecelerinde de sıklıkla rastlanan bir oyun olan
koyser için kökeninin oldukça eski olduğu söylenmektedir. Ancak Hatay halk
oyunları hakkında detaylı araştırmalar yapılamamaktadır. Kaynakların yazısız
olması nedeni ile yapılamayan araştırmalar ise oyunlar hakkında net bilgiler
edinilmesine mani olmaktadır.
Deli Arap
Deli Arap, Hatay yöre oyunları arasında en
bilinenlerindendir. Bu oyun da halay biçiminde oynanmaktadır. Düğünlerde
erkekler ve kadınlar tarafından oynanan Deli Arap, sevinçlerin belli
edilebilmesi için ortaya çıkarılmıştır. Hatay halk oyunlarında genellikle
insanların duygularının anlatılabilmesi, yörenin özelliklerinin tanıtılması
gibi tarihi içeriklerin bulunması, oyunların değerini artıran etmenlerden
biridir.